Hüsamettin Arslan Hocayı anarken
İki yıl önce kaybettiğimiz dostumuz için hazırlanan video dönmeye başladığında, salondaki herkesin anı makaraları geriye doğru hızla sarıyordu.
FSMVÜ’nin Valide-i Atik’teki yerleşkesinde bulunan salonu dolduranların kimi öğrencisiydi, kimi meslektaşı, kimi de arkadaşı.
Neyi anıyorduk orada?
Hüsamettin Arslan Hoca’yı anarken, onun hakkında anlatılanları dinlerken her birimizin aklından esasen neler geçiyordu, bilmek zor.
Seksenli yılların sonuna doğru Erenler’deki tanışıklığımızdan başlayarak, onun sorularını, cevaplarını, gözlemlerini, eleştirilerini ve yargılarını sıkça dinlemiş biri olarak; onun kendine mahsus dünyasından fırlayan keskin ifadelerin, sarsılmaz gibi görülen tesbitlerinin ve zaman zaman kahvede büyük itirazlarla karşılaşan iddialarının yakın şâhidiyim.
Akademiyle ve tüzüklerle çarpışa çarpışa büyümüştü Hüsamettin Arslan.
Siyah beyaz yılların içinden geçerken, renklerini korumayı başarabilmiş, batının iç bahçelerini de iyi bilen bir yerli olarak hayatının son anına kadar düşünmüş, çevirmiş, ifade etmiş, üretmiş ve kendi bildiği yolda yürümeye devam etmişti.
Birkaç yıl evvel TRT’de Hüsamettin Arslan’la “Sıfır Noktası” isimli 39 program yapmıştık. Önce ve uzun süre Feridun Yılmaz, sonrasında ise Gültekin Yıldız Hocalarımızın da iştirak ettiği bu programlarda kavramları, günceli ve tarihsel olanı değişik ve keyifli perspektiflerden ele alarak işliyorduk her hafta. Bugün o programlara internet üzerinden erişilemediğini duyuyorum sık sık. Biri bunun sebebini TRT’ye sorsa da öğrensek.
Hoca için hazırlanan videoda onu orakla ekin biçerken de, kürsüde ders verirken de, bir salona konuşurken yahut sınıfta türkü çağırırken de gördük. 1956-2 Ocak 2018 parantezinde görüyorduk zaten, bir daha gördük.
Hoca derin felsefî veya sosyolojik analizlerden sonra bile sözü bir şekilde getirip memleket meselelerine bağlardı. Üslubundaki kesinlik ve hayatındaki varoluş tecrübeleri, kitaplardan ve hayattan süzüp getirdiği karma bilinç akışı onun sohbetlerini cazip kılan temel özellikti. Kaşları çatılmış aşırı ciddi bir yüz ifadesinden çocukça kahkahalı bir havaya geçmesi bazan birkaç saniye içinde vukû bulurdu.
Elbette çok hatıramız var.
Salondaki bazı gözlerin nemlenmesi boşuna değildi.
Onun yakın dostlarından iş adamı Alper Kanca şöyle yazdı salondan çıkınca: “Prof Hüsamettin Arslan’a ait kitapların FSM Üniversitesi’nde öğrencilerin kullanımına açıldığı törene katıldım.
Öğrencilik arkadaşım Hüsamettin ile şakalaşır ve vergilerimizi üniversitede iyi kullanın, saçma şeylere harcamayın, diye takılırdım.
Kısa ömrüne sığdırdığı yayın faaliyetlerini, telif+tercüme kitaplarını ve ölümünden iki sene sonra hâlâ daha onu özlemle anan öğrencilerini görünce anladım.
Hoca vergilerimizin her bir kuruşunun hakkını fazlasıyla vermiş.
Mekanı cennet olsun.”
Hocamızı onun bir gazete yazısından birkaç cümlesiyle analım:
“(…)Besin zincirinin zirvesine tırmanmak zordur. Zirvede kalmak çok daha zordur. Çünkü zirvede kalmak sürekli savaşmayı gerektirir. Yırtıcılar, bu yüzden yırtıcıdır. Darwin’in “maymun atalarımız” teorisi “zırva”dan ibarettir, fakat “doğal seleksiyon” teorisi neredeyse reddedilemezdir. “Gerçeklik/realite” doğal seleksiyondur. “Güçlüler hayatta kalır.” Yegane ve tartışılamaz “gerçeklik ilkesi” budur. Günümüzün egemen güçleri dünyanın her yerinde bu ilkeyi “demokrasi” kisvesi altında “etik ilke”ye dönüştürerek savaşıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Büyük Britanya “besin zincirinin” zirvesindeydi. Savaşarak bu zirveye yükselmişti. Uluslararası statüko, Büyük Britanya’nın çıkarlarını temsil ediyordu. İngiltere her yerdeydi. Hidistan’da, Avustralya’da, Mısır’da ve Güney Afrika’da, ve Çinde, Maçin’de ve Ortadoğu’da. Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar statükodan pay almak istiyorlardı, tek yol savaştı. Besin zincirinde tırmanma savaşı. Almanya, İtalya ve Japonya kaybetti. Savaşın galipleri arasındaki Büyük Britanya da kaybetti, ABD ve SSCB besin zincirinin zirvesine tırmandı.
Besin zincirinin zirvesine tırmanmak zordur. ABD Avrupalı sömürgecilerle savaş, iç savaş, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı gibi büyük ve zorlu sınavlardan geçti. Zirveye tırmanmak zor, zirvedeki yerini korumak çok daha zordur. ABD dünyanın her yerinde olmak, dünyanın her yerinde savaşmak zorunda, çünkü bunu yapmadığı takdirde besin zincirinin zirvesindeki, yani uluslararası güçler hiyerarşisindeki yerini koruyamazdı. Kore, Vietnam, Afganistan ve Ortadoğu. Savaş, Obama ve ABD soluna rağmen ABD’nin kaderidir. ABD Roma kadar yırtıcıdır.
SSCB dünyanın diğer yarısındaki yerini 1989’da kaybetti. Putin Rusya’sı besin zincirinde tekrar tırmanıyor. Bu yüzden Suriye’de.
Ve bütün eski “sömürgeci güçler” Ortadoğu’da. Irak’ta, Suriye’de ve Mısır’da. İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda ve diğerleri.
Türkiye (Osmanlı İmparatorluğu) besin zincirindeki yerini korumak için Aden’de, Kuzey Afrika’da, Cebeli Tarık, Viyana, Galiçya, Kırım ve Kafkasya’da savaştı. Savaşmak zorundaydı. Çünkü imparatorluklar arası düzendeki yerini koruması gerekiyordu. 1683’ten 1923’e kadar iki yüz elli yıl savaştı. Bu bir besin zincirindeki yerini savunma ve koruma mücadelesiydi. Anadolu’yu ve Rumeli’yi elde tutmak için savaştı. İki yüz elli yıl, adım adım geriye çekilerek savaştı. İkiyüz elli yıllık “savunma refleksi” hem Osmanlı devletinin hem Cumhuriyet’in karakterine dönüştü. Korku!
Cumhuriyet, gücü yetmediği için, ülkesini “içerde” savundu. Uluslararası emperyal güçlerden korkusu yüzünden “iç düşmanlara” yöneldi. Çünkü “dışardaki” düşmanlara gücü yetmiyordu. İçeriği “korku”dan ibaret resmi ideolojisine uymayan her kişiyi, her grubu, her ideolojiyi tepeleyerek kendi halkına zulmetti.
Fakat apaçıktır ki kimse evini, evinin içinden savunarak koruyamaz. Evinizi, yuvanızı korumak istiyorsanız savunma hatlarınızı evinizin içinde değil, bahçesinde kurmak zorundasınız. Bahçesinde, yani periferisinde, çeperinde, aurasında, hinterlandında. Kuzey ve güney arka-bahçesinde, doğu ve Batı arka bahçesinde.
Ortadoğu, yani Irak ve Suriye arka-bahçemizdir. Bu ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya için geçerli değildir. Türkiye’nin onlardan radikal farklılığı budur. Yine de onlar uluslararası güçler hiyerarşisindeki yerlerini Ortadoğu’da savunuyorlar.
Türkiye besin zincirindeki yırtıcıyı oynamalıdır, kurbanı değil. Aksi takdirde yırtıcılar, ona her tükürdüğünü yalatırlar ve “kırmızı çizgilerini yiyerek yaşayan” ülke konumu kaderine dönüşür. Türkiye” kurban konumundan behemahal çıkmalıdır.
Türkiye artık ABD’nin AB’nin ve hatta Rusya’nın tehditlerine pabuç bırakmamalıdır.
ABD tehdit edebilir, ama Türkiye’ye savaş açamaz. Besin zincirindeki koltuğu sallanıyor.” (1 Eylül 2016/Yenisöz)