Artçı karanlıklar
Cüce Şubat” uzun sürdü. Ekstra olarak bu yıl 29 çekiyor.
Memleketimizin peşpeşe yaşadığı muhtelif felaketlerle Şubat’ın bir bağlantısı yok elbette. Ama insan zihni böyledir, olur olmaz kerameti kendinden menkul bağlantılar kurmayı pek sever.
Felaketlerden hem bağımsız, hem onlara bağımlı olarak gelişen şöyle bir durum var: Her doğal/toplumsal felaket anından hemen sonra özellikle sosyal medyada hemen dışarı vuran bir ufunet hâli.
Bir kötücül hissiyat ortamlarına akma, bir kötülük ırmağı olarak çağıldama hasreti. Ama şöyle böyle değil. İçinde ne kadar kin, kahır bela varsa o felaket ânına onu bir soru/sorgulama, yargılama olarak ekleme iştahı/arsızlığı.
Depremde de, çığ felaketinde de, uçak kazasında da bunun elli tonunu gördük, daha da görürüz.
Artçı kötülük gulgûlesi diyelim buna, başka şeyler de diyebiliriz.
Kötülük hissi o kadar baskın, sade hakikati tahrip ve tahrif histerisi o kadar yoğun ve kötü adam o kadar çaresiz ki, zaten ortada akut biçimde duran acıyı yok sayıp, sözde o acının hesabını sorma ayaklarıyla zihninin kıvrımları arasında uyuyan çıngıraklı engerekleri ortamlara salmadan yapamıyor.
Konu A iken Z’den dem vuranları mı dersin, dut pekmeziyle tiyatroyu bulamaç yapanları mı dersin, önce linç kumkumaları içinde debelenip sonra kuyruğunu kıstırıp özür dilermiş gibi yapanları mı dersin, seç al hokkası beş kaat.
Dijital şizoit histerinin de bir sınırı olmalı.
Bilinen veya anonim kimliklerle curufat, hakaret, tehdit, sövgü fışkırtanların ödeyeceği bir bedel olmalı.
Yasal boşluk varsa doldurulmalı.
Gündelik normal hayatta gerek birikim gerek asalet bakımından A şahsının yanına yaklaşıp iki cümle kuramayacak beyinciklerin, klavye başında A şahsı için aklına eseni çirkin ve suç teşkil eden biçimde üfürmesine artık dur denilmeli.
Bir beyincik; lağımda yaşamaktan, orada varoluyor gibi yapıp debelenmekten mutlu olabilir. Olsun da. Ama bunu başkalarının üzerine de çamur sıçratarak teşhir noktasına gelmesi kabul edilemez.
İçinizdeki pisliği durdurun.
Alçaklığın en büyüğü
(…) “ O aktif pasifizm dediğin nedir?” diye sordu Clarisse merakla.
“Hapisteki birinin kaçma fırsatını beklemesi.”
“Bunlar yalnızca bahane!” dedi Clarisse.
“Evet,” diye hak verdi Ulrich “belki de.”
Clarisse, hâlâ ellerini arkasında kavuşturmuş olarak durmaktaydı, bacaklarını da sanki binici çizmeleri giymiş gibi açmıştı. “Nietzsche ne der, biliyor musun? Kesin bilmeyi istemek, kesin gitmeyi istemek gibidir, bir korkaklıktır. İnsan işini bir noktadan yapmaya başlamalı, yalnızca o konuda konuşmakla yetinmemeli! Ben de özellikle senden artık özel bir girişimde bulunmanı bekledim!”
Ansızın Ulrich’in yeleğindeki bir düğmeyi yakalamıştı ve yüzünü ona doğru yukarı kaldırmış olarak düğmeyi çeviriyordu. Ulrich, düğmesini korumak için elini istemeden Clarisse’nin elinin üstüne koydu.
“Uzun süre düşündüm” diye devam etti. Clarisse duraklayarak; “günümüzde alçaklığın en büyüğü insanın onu yapmasıyla değil, fakat yapılmasına ses çıkartmamasıyla gerçekleşiyor. Alçaklık, boşluğa doğru büyüyor.” Bu söylediğinin ardından Ulrich’e baktı. Sonra heyecanla devam etti: “Ses çıkartmamak, yapmaktan on kat daha tehlikeli! Anlıyor musun beni? (…) Robert Musil-Niteliksiz Adam II-Çeviren: Ahmet Cemal-YKY