Zamanı geriye sarmak mümkün değil ama…
AK Parti iktidarının ilk on yıllık dış politikası, sloganlarından soyutlandığında en iyi çatışma çözümü ve arabuluculuk çabalarıyla anılabilir. Türkiye bu dönemde sadece kronik sorunlarını çözmek için atılım yapmamış, aynı zamanda başkalarının arasındaki sorunların çözümü için de çaba harcamıştır.
AB ile ilişkilerin reform paketleriyle rayına oturtulması, Kıbrıs sorununun Annan Planı çerçevesinde çözümüne destek verilmesi, Ermenistan ile 2008 Gürcistan krizi ertesinde ilişkilerin normalleşmesi için çaba harcanması ilkinin örnekleri arasındadır.
Başkalarının sorunlarının çözümü için de Afganistan ve Pakistan arasındaki arabuluculuk girişimleri, Balkanların istikrarı için yapılanlar ve hepsinden önemlisi Suriye ile İsrail arasındaki sorunun çözümü amacıyla harcanan çabalar örnek gösterilebilir.
***
Türkiye o dönemde hem bu tür barışçıl girişimleri, hem de yarattığı modelle Batı’nın emsal gösterdiği, Doğu’nun örnek kabul ettiği bir ülke olmuştu. Sorunlarımız tabii ki vardı. PKK o zaman da terör saçıyordu. IŞİD yoktu ama El Kaide onu aratmıyordu. AB yine ayrımcılık yapıyordu. Ama yumuşak gücümüzden, ikna kabiliyetimizden kaynaklanan etkimizle sorunlarımızı daha kolay yönetebiliyorduk.
Filmi geriye sarmak, 15 Temmuz darbe girişiminden, Türkiye’de ve dünyada yaşanan onca olaydan sonra eski günlerin yeniden yaşanmasını sağlamak doğal olarak mümkün değil. Ne Türkiye eski Türkiye, ne de dünya eski dünya. Bir zamanlar Türkiye modeline talep vardı. Artık Türkiye değişse bile böyle bir talebin olması zor.
2012 yılında o zamanki TESEV bünyesinde yaptığımız bir araştırmada Türkiye yüzde 53 oranında geniş anlamıyla Ortadoğu’nun 16 ülkesinde model olarak kabul ediliyordu. Bir önceki yıl bu oran 9 puan daha yüksekti. Yine aynı araştırmada Türkiye’ye sempati ile bakanların oranı 2012 için yüzde 69, 2011 için yüzde 78’di.
Ki bu oranları da bir ölçüde Suriye’den gelen yanıtlar düşürüyordu. Ama şimdi her şey değişti, beklentiler farklılaştı. Demokrasi isteği yerini güvenlik ve istikrar talebine bıraktı. Bizim model arzımız talep olmadığı sürece anlam ifade etmeyecek, yarattığımız modelin yumuşak güce, yani ikna kabiliyetine tercümesi kolay olmayacaktır.
Ancak, yine de bir zamanlar ortaya koyduğumuz modelin sorunlarımızın çözümüne, dünyadaki algımıza, dolayısıyla da etkimize katkıda bulunduğunu hatırlamamız gerekiyor. Evet, demokrasi, ifade özgürlüğü başta olmak üzere insan haklarına saygı kendi başına birer değerdir. Ancak aynı zamanda ülkelerin yumuşak gücünün en temel kaynaklarındandır da.
Ve devletler arası sistem güç mücadelesi üstüne oturur, gücü daha fazla olan güçsüzü ya istediklerini yapmaya ya da istemediklerini yapmamaya zorlar. Bazen şiddet kullanır, bazen kullanma tehdidinde bulunur, bazen de pazarlık mükafat üstünden yapılır. Güçsüzün güçlüye direnebilmesi elinde güçlünün göz ardı edemeyeceği kozlar olması halinde kolaylaşır.
Bu kozlar coğrafyası olabilir, toprakları üstündeki üsler olabilir ama konumuz açısından asıl önemlisi görece güçsüz tarafın ikna kabiliyeti, yani yumuşak gücüdür. Bunlar pazarlık aşamasında ve hatta öncesinde devreye girer, “güçsüzün” aleyhine kararların alınmasını zorlaştırır. Askeri yetenekler, ekonomik imkanlar da önemlidir. Ama sadece caydırıcılık, doğrudan saldırganlığın önlenmesi anlamında.
Çıkarlarınızın korunması, beklentilerinize saygı duyulması için algınızdan kaynaklanan yumuşak gücünüz önemlidir. Yumuşak güç tabii ki her derde deva değildir. Fakat dertlerinizin, sorunlarınızın çözümüne, yönetilmesine katkıda bulunur. İçeride demokratikleşme, daha doğrusu normalleşme, dışarıda da arabuluculuk ve çatışma çözümü Türkiye’ye şu sıralarda özellikle ihtiyaç duyduğu dış desteği sağlama potansiyelini içinde barındırmaktadır.
***
Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan son araştırmada Suriye sorunu karşısında tarafsız kalmalı diyenlerin oranının yüzde 49,9 olması, Arap-İsrail sorunu karşısında yüzde 51.1’in arabuluculuk önermesi, yüzde 26,2’ninse hiçbir şekilde karışmamalıdır demesi de karar verme konumunda olanları bu yönde politika üretmeye teşvik edecek mahiyettedir.
Aslına bakarsanız Türkiye’nin hem bu sorunlar, hem de Katar krizi karşısındaki tutumu büyük ölçüde çatışma çözüm ve arabuluculuk mantığını zaten desteklemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Körfez ziyareti Türkiye’yi bariz bir şekilde Katar müttefiki olarak algılanma konumundan arabulucu, kolaylaştırıcı konumuna getirmiştir.
Cumhuriyet yazarları ve çalışanlarından yedisinin tutuksuz yargılanmasına karar verilmiş olması da Türkiye’nin hem kendi iç barışı, algısı ve demokrasisi için önemli bir adım, hem de dünyayla ilişkilerinde yeni bir dayanak noktası olmuştur. Türkiye ticareti için de, siyaseti için de, kendi geleceği için de doğru olan diğer adımları umarız yakında daha kararlı bir şekilde atacak, travmasını atlatacaktır…