Yeni bir istikrarsızlık riski
Görünen o ki Türkiye’nin yakın çevresindeki sorunlara yakında Suudi Arabistan da eklenecek. Suudi monarşisinin kendi içinde ve dışında gerçekleştirdiği tasarruflar bizi de bir şekilde etkileyecek. Yeni Kral ve Velihat Prens giriştikleri mücadeleden güçlerini konsolide ederek çıkarsa, Suudi Krallığının iç çalkantılarından etkilenmememiz olası. Ama bölgede izledikleri gerilim siyasetinden etkilenmemek ne yazık ki çok olası değil.
Türkiye dış politikasının temel parametrelerini belirlerken şiddeti giderek artacak olan İran-Suudi Arabistan gerginliğini, gerginliğin Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan gibi kırılma noktalarına etkisini her zamankinden daha fazla dikkate almak zorunda kalacak. Sorun Amerika’nın verdiği desteğin ötesinde. Tek aktör üstünden okumayla anlaşılamayacak türden. Herkes herkesi kullanıyor, çok muhtemeldir ki bundan sonra da kullanacak. Bazı ilişki biçimleri daha güçlü bir şekilde araçsallaştırılacak.
***
Türkiye’nin ticari ve siyasi çıkarları gereği çıkacak krizlere taraf olmamasında, arabuluculuk, kolaylaştırıcılık gibi misyonlar benimsemesinde yarar var. Ancak bunun her zaman mümkün olamayacağını baştan kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü Katar krizi sırasında gördüğümüz gibi yeni Suudi yönetim kliği bazen rasyonalite sınırlarını zorlayan talepler gündeme getirebiliyor. Karşı tarafa ve ona destek olanlara hareket alanı bırakmıyor.
Türkiye için ilk meydan okuma büyük bir olasılıkla Suriye ve Irak’ta işbirliğine girdiği İran ile olan ilişkilerinin Suudi Krallığı tarafından sorgulanması sırasında ortaya çıkacaktır. Tabii ki daha önce Lübnan’da yeni bir tırmanma ya da İsrail’in “önleyici” müdahalesi olmazsa. Lübnan Başbakanı Hariri’nin Riyad’da istifa ettirilmesi Selman’ın Lübnan konusunda çok acelesi olduğuna, Suudi menşeli ilk büyük bölgesel sorunun bu ülkede çıkacağına işaret ediyor.
Ankara’nın ve aslında genel olarak Türkiye’nin Hizbullah hakkında ne düşündüğü sır değil. Suriye iç savaşında Hizbullah’ın takındığı tutum, işlediği suçlar hepimizin malumu. Fakat tam da Suriye sorunu çözüm aşamasına gelmişken Lübnan’ın istifa ve belki de müdahale yoluyla karıştırılması, istikrarsızlaştırılması, bunun da İran’la rekabet adına İsrail’le açık ya da örtülü işbirliği marifetiyle yapılması Türkiye’yi bence rahatsız eder.
Muhammed bin Selman eğer gücünü kendisinin ve belli ki ABD yönetiminin beklediği gibi konsolide edebilirse, dışarıya karşı çok daha sert bir tutum sergileyebilir. Ancak gücün konsolide edilememesi, saray darbesinin Krallığın sosyal ve siyasal anlamda altından kalkamayacağı sorunlara yol açması olasılığı da göz ardı edilemez. Unutmayalım ki Suudi Arabistan dünyanın hem en zengin, hem de gelir dağılımdaki adaletsizlik yüzünden en fakir ve en sorunlu ülkelerinden biri.
***
Bu sorunların ne kadarının yolsuzlukla suçlanan eski yönetici elite mal edilebileceğini bilmiyoruz. Bildiğimiz toplumsal değişimlerin hepsinin aynı anda gerçekleşmesinin zor olduğu. Bir ülkenin kurucu ideolojisini -yani Vahhabiliği- yıkmaya çalışırken aynı anda birden çok cephede savaş vermenin kolay olmadığı. Şii-Sunni aksında kırılmaların ve daha başka siyasal/sosyal ayrışmaların hiç beklenmedik bir anda örtüşebileceği ve ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyebileceği.
Umarız Suudi Arabistan en azından kendi içindeki sorununu istikrarsızlaşmadan, bölgesi ve dünya için yeni bir tehdit kaynağı olmadan çözer. Evrensel hukukun kaidelerine değilse bile kendi hukukunun kurallarına uyum gösterir. Biz de petrol ve gaz fiyatlarının artmasından, Arap yarımadasında doğacak jeopolitik boşluğun başkaları tarafından doldurulmasının yaratacağı sorunlardan korunuruz. Diğer sorunlardan korunabilir miyiz derseniz, o sanki biraz zor gibi...