Terör destekçilerine karşı…
Türkiye bir kez daha can evinden vuruldu, derinden sarsıldı. Onlarca genç insan hayatını kaybetti. Yüz elliden fazla yaralımız var. Hepimiz üzgünüz, hepimiz hiddetliyiz, hepimiz terörü lanetliyor, bir daha yaşanmaması için yapılması gerekenleri tartışıyoruz.
Kızgınlığımız sadece bu seferki terörün doğrudan sorumlusu olan PKK’ya karşı değil. PKK’ya ülkelerinde tolerans gösterenlere, ona IŞİD’e karşı diye silah temin edenlere de. Artık kandırılmak, bir şeyi yapıyormuş gibi yapmalarını görmekten bıktık.
PKK eğer terör örgütüyse terör örgütü gibi davransınlar istiyoruz. Biraz empati yapmalarını bekliyoruz. Kendi ülkelerinde eylem yapan bir terör örgütüne Türkiye’nin ya da başka bir ülkenin ne şekilde davranmasını isterlerse öyle davransınlar diyoruz.
IŞİD’e Brüksel’de, Strazburg’da ya da Berlin’de gösteri yapma özgürlüğü tanımıyorlarsa, bayraklarını, flamalarını, pankartlarını açmalarına müsaade etmiyorlarsa, PKK’ya da müsaade etmemelerini bekliyoruz.
***
Bunun bizim ne olduğumuzla, Türkiye’nin sorunlarıyla, demokrasisindeki eksikliklerle ilgisi yok. Mesele kendi içsel tutarlılıkları. Madem ki AB ve ABD PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor, o zaman terör örgütü gibi davranmalı.
Gerçekten de müttefiklerimizin artık bir karar vermesi, NATO ittifakının gereklerini yerine getirmesi şart. Nasıl ki onlar bir saldırıya uğradığında bizim onlara destek vermemiz gerekiyorsa, onların da bize saldıran terör örgütlerine karşı destek vermesi gerekiyor.
Türkiye’yi bölmek isteyen bir terör örgütüne örtülü veya açık destek vermemeleri içinde yer aldığımız ittifakın olmazsa olmaz koşulu. Unutmayalım ki, 1949 tarihli Washington Antlaşması’nın 5’inci maddesi Türkiye’yi diğer 27 üyeyi savunma yükümlülüğüne sokuyor.
Biz bu yükümlülüğümüz yüzünden çıkabilecek nükleer bir savaşta topyekun yok olmayı göze almışken, müttefiklerimizin de bizi savunmasını; güvenliğimizi zafiyete uğratan, insanlarımızın hayatına kast eden bir terör şebekesine tolerans göstermemesini, destek vermemesini beklemek en doğal hakkımız.
Diğer yandan Türkiye’nin de belli ki “müttefiklerine” beklentilerini daha iyi anlatması, doğru kanalları kullanması, onların neden PKK ve bağlantılı örgütlerine destek verdiğini, tolerans gösterdiğini özcü (essentialist) argümanlar dışında da tartışması gerekiyor.
***
“Batı’nın” Türkiye’den oldum olası hoşlanmadığı, önyargıları olduğu gerçek. Ama madem ki bir şekilde bu küreselleşmiş dünyada bir arada yaşayacağız, o zaman onları etkilemeye, siyasetlerini, davranışlarını değiştirmeye çalışmalıyız.
Etkilemenin bir yöntemi eleştiri. Siyasi düzlemde de, basında da, düşünce kuruluşları buluşmalarında da zaten bu en çok kullanılan yöntem. Eleştirinin işe yaramadığını, karşınızdakilerin anlam dünyasına hitap etmediğini söylemek imkansız. Sessiz kalmaktansa maruz kaldığınız haksızlığı dillendirmek gerek.
Fakat “eleştiri” tek yöntem değil. Pazarlık da diplomasinin parçası. Bazen bir şey almak için bir başka şey veriyorsunuz. Ya da onların çok değer verdiği menfaatlerine zarar verebileceğinizi ima ediyor, hatta açıkça söylüyorsunuz. Elinizdeki koz coğrafyanız oluyor, demografiniz oluyor, demokrasiniz oluyor. Ev sahipliği yaptığınız mülteciler, IŞİD/DEAŞ gibi örgütlere karşı verdiğiniz savaş işinize yarıyor.
Bir başka yöntem ise hukuk. Üstünde çalışılırsa, bazı müttefiklerimizin kendi yasalarına aykırı şekilde terör örgütlerine destek verdiği, tolerans gösterdiği kendi mahkemelerine ve/veya uluslararası yargıya taşınırsa, her açıdan bambaşka bir evreye geçeriz. Mahkemelerde istediğimiz kararları elde edemesek bile caydırıcı oluruz…