Sorunlar ve çözümler…
Türkiye bir seçimi daha kendine yakışan demokratik olgunlukla geride bıraktı. Cumhurbaşkanını ve milletvekillerini belirledi. Şimdi sıra yeni sistemin yerli yerine oturmasına, ülkenin ve dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlar için siyaset geliştirilmesine geldi. Sorunlar çok ama hiçbiri üstesinden gelinemeyecek gibi değil.
Bazıları zaten seçim öncesinde çözüm kıvamına gelmiş, bazıları da yönetilebilir hale dönüştürülmüştü. Belirsizlik ortadan kalktığı için sorunları yönetmek, çıkar ve beklentilerimize uygun bir şekilde çözülmesini sağlamak muhtemelen daha kolay olacak. Muhataplar çözümleri ertelemeye çalışmayacak, seçim sonrasında ortaya çıkmasını umdukları siyasi tabloyu beklemek zorunda hissetmeyecek.
***
Diğer yandan bazı sorunlar Türkiye’nin çözüm iradesinden ve beklentilerinden bağımsız olarak da seyrini sürdürecek, dünya siyasetinin bizi etkileyecek parametrelerini belirleyecek, küresel güç dengelerini değiştirecek, yeni krizler, gerilimler ve belki savaşlar yaşatacak. Ama aynı zamanda fırsatlar da yaratacak.
AB’nin kendi içinde yaşadığı dönüşüm, ABD’nin Kuzey Kore ve İran politikaları, Kudüs’e ilişkin tavrı bu tür yönetilmesi, müdahil olunması güç sorunların başında geliyor. Türkiye göç kontrolüyle AB’nin değişimi üstünde bir ölçüde etkili olabilse de dönüşümü kontrol edemiyor, etkilediğinden daha fazla etkileniyor.
Benzeri ABD’nin Kuzey Kore ve İran politikası için de geçerli. ABD’nin Kuzey Kore veya İran’a bakışını değiştirmemiz zor ve belki gereksiz. Fakat bu bakışın doğuracağı sorunlardan etkilenmememiz imkansız. Bu yüzden nükleer silahlanma, bölgesel, hatta küresel çatışma, yeni kutuplaşma risklerine karşı tedbir alamız giderek kaçınılmaz hale geliyor.
Kudüs ise biraz daha farklı. Kudüs sorununun seyri üstünde etkili olmamız mümkün ve aslında oluyoruz da. ABD’yi kararından vazgeçiremesek, Kudüs’e taşınan büyükelçiliğini tekrar eski yerine döndüremesek de, eylemle amaç arasındaki bağı zayıflatabiliyoruz, taşınma işleminin amacı olan Kudüs’ün statüsünün değişmesini önleyebiliyoruz.
Ankara, İslam Konferansı Teşkilatı’nın toplantıya çağırarak, BM Genel Kurulu’nun karar almaya teşvik ederek statüko sorununu gündemde tutuyor, işgalin “fetihe” dönüşmesini engelliyor. Bilindiği gibi Trump Yönetiminin hedefi Kudüs’te bir oldu-bitti yaratarak Filistin sorununun İsrail’in istediği gibi çözülmesini sağlamak, 1967 sınırları önkoşulunu ortadan kaldırmak.
Türkiye kurduğu koalisyonlar ve yaptığı çağrılarla bunun önüne geçiyor, Kudüs sorununa sahip çıkıyor. Doğu Kudüs’ün küçültülerek bir çözüm bulunmasına rıza gösteren Arap devletlerini kararlarını gözden geçirmeye zorluyor. Aynı zamanda kendisi için de siyaset yapabileceği, etkisini ve gücünü arttırabileceği bir zemin yaratıyor.
Türkiye’nin içine kapanması, sadece kendini doğrudan ilgilendiren PKK, Kıbrıs gibi sorunlarla ilgilenmesi de mümkün. Kudüs bizim değil Filistinlilerin, Arapların sorunudur diyebilir. Böylece belki daha az sorunla uğraşmak zorunda kalabilir. Ama iddiası olan, ağırlığı hissedilen, çıkarları ve beklentileri dikkate alınmak zorunda kalınan bir devlet olmaktan çıkar. Kaldı ki Kudüs Türkiye için kendi başına da önemlidir.
Çünkü Kudüs demek Filistin sorunu demektir. Çözümü bölgenin rahatlamasına, istikrara kavuşmasına yardımcı olacaktır. Türkiye bu soruna tarihi bağları ve aidiyeti yüzünden de kayıtsız kalamaz. Binlerce kilometre uzaktaki ülkeleri ilgilendiren bir sorun bizi tabii ki ilgilendirecektir. Özellikle de sorunun İsrail’i tatmin edecek şekilde çözümü için çabalar yoğunlaşmışken.
***
Hiç şüphesiz ki Türkiye bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Kudüs soruna sahip çıkacaktır. Dikkat edilmesi gereken diğer çıkarlar ve ilişkilerle Kudüs sorunu arasındaki dengenin korunması, sorunun hukuki meşruiyet zemininde ve uluslararası örgütler çerçevesinde savunulması, savunulmaya devam edilmesidir. Unutmayalım ki Kudüs konusunda en güçlü olduğumuz alan hukuktur.
BM Genel Kurulu’nun 181 başta olmak üzere 194, 303, 2253, 11995 sayılı kararları, Güvenlik Konseyi’nin 242, 252, 267, 298, 452, 465, 476, 478, 2334 sayılı kararları, “corpus seperatum” rejimi, Milletler Cemiyeti Misakının 22’inci maddesi, 1947’de kurulan Filistin Özel Komitesi’nin raporu ve daha pek çok “veri” bize diplomatik etkiye tahvil edebileceğimiz imkanlar sağlamaktadır…