Silahsızlanma ilke olmaktan çıkarken
Çok değil bundan dokuz yıl önce dönemin ABD Başkanı Obama 5 Nisan 2009’da Prag’da yaptığı bir konuşmada dünyanın nükleer silahlardan arındırılması için elinden geleni yapacağını söylemişti. Foreign Affairs’in Kasım-Aralık sayısına katkıda bulunan Nina Tannenwald’ın hatırlattığı gibi Obama Rusya ile nükleer silahların azaltılmasını içeren bir antlaşma dışında bu tür silahlardan tamamen kurtulmak için de bir küresel zirve sözü vermişti.
Çok geçmeden de BM Güvenlik Konseyi Obama’nın bu vizyonunu karar haline dönüştürmüş, dünyanın nükleer silahlardan arınması fikrini desteklemişti. Bu vizyonu sayesinde de Obama eyleme geçmeden, söz verdiklerini gerçekleştirmeden Nobel Ödülü alan ilk siyasetçi olmuştu. Nükleer silahı bir başkasına karşı kullanan ilk ülke böylece birkaç ilke daha imza atmış, hem nükleer silahlardan kurtulalım demiş, hem de Başkanı Nobel Barış Ödülü’nü almıştı.
***
Ancak aradan geçen dokuz küsur yıl içinde çok şey değişti. Silahsızlanma, nükleer silahlardan arınma ve nükleer silahların yayılmasını önleme çabaları devam ederken, İran ile zorlu müzakerelerin ardından tam da bir antlaşmaya varılmışken ABD’de başkan değişti ve nükleer silahsızlanma fikri tamamen rafa kalktı, nükleer silahların yayılmasını önleyecek, emsal teşkil edebilecek önemli bir çok taraflı antlaşma da ABD tarafından ihlal edildi.
Ama hepsinden önemlisi nükleer silahların tehlikeli olduğu, bir kazanın bile dünyanın sonunu getirebileceği düşüncesi terk edilmeye başlandı. Şimdi artık tabu olan konular konuşuluyor, yazılıyor. Nükleer silahlardan o kadar da korkulmasına gerek olmadığı söyleniyor. Bu konunun önde gelen uzmanları nükleer silahların etkisi tartışmalı caydırıcılığının ötesinde kullanılabileceğine, kriz yönetimine destek olabileceğine okuyucularını inandırmaya çalışıyor.
Oysa nükleer silahlar tehlikeli. 1940’ların teknolojisiyle yapılan ve Hiroşima ile Nagazaki’ye atılan bombalar dahi yüzbinlerce insanın anında ölmesine, bir o kadarının da kanser başta olmak üzere çeşitli hastalıklardan yaşamını yitirmesine yol açmıştı. Bugünkü silahlarsa çok daha büyük yıkım gücüne sahip. Ortalama bir nükleer başlık Japonya’ya karşı kullanılanlardan 2 bin kat daha güçlü.
Başka bir deyişle tek bir nükleer başlığın dahi düşmesi, diyelim ki büyükçe bir şehrin üstünde patlaması, o şehirde yaşayan milyonlarca insanın patlama anında ölmesi, bir o kadarının çıkacak termal fırtınanın bin derecelik sıcaklığında kavrulması, muhtemelen çok daha fazlasının da yayılacak radyasyon neticesinde oluşacak hastalıklardan hayatını kaybetmesi demek. Kaldı ki binlerce füzenin aynı anda ateşleneceği bir ortamda yıkım çok daha büyük olacaktır.
En iyi hava savunma sisteminin bile yüzde yüz koruma sağlamayacağını dikkate almak, yüzlerce başlığın eş zamanlı olarak patlaması neticesinde sadece hedef ülkenin değil tüm dünyanın etkileneceğini hesaba katmak zorundayız. Çernobil’deki reaktör kazasının Türkiye’yi ne denli etkilediği düşündüğümüzde nükleer silah kullanmanın intihar anlamına geleceğini dikkate almak durumundayız.
Yayılmaması, kullanılmaması, dünyanın bu silahlardan arındırılması için elimizden geleni yapmamız sadece kendimize değil insanlığa ve insanlığın geleceğine de olan borcumuz. Rasyonalist varsayımlardan hareket ederek güvenliğimizi başka ülkelerin, başka ülkelerin liderlerinin vereceği kararlara emanet edemeyiz. Devlet olarak da, sivil toplum olarak da ana hedefimiz nükleer silahlardan kurtulmak olmalı.
Ama eğer herkes bu silahlardan ediniyorsa, İran şu veya bu nedenle nükleerleşecekse, Suudi Arabistan geçtiğimiz günlerde New York Times’ın yazdığı gibi nükleer silah sahibi olmak amacıyla 80 milyar dolarlık tesis kurarak bedava sayılacak fiyattan çıkarttığı petrol yerine elektriğini nükleer santrallerden elde edecekse, üstelik de nükleer yakıtını üretmek için ısrarcıysa, Türkiye’nin de artık farklı senaryolar üstünde düşünme vakti gelmiş olabilir.
***
NATO’nun giderek daha zayıfladığı, AB’nin ordu kurduğu, AB dışında kalma olasılığımızın güçlü olduğu, nükleer caydırıcılığımızın sadece ABD ile olan güven ilişkisine ve çift anahtarlı sisteme dayandığı, tarafı olmak istemeyeceğimiz krizlerin ve savaşların sayısının her geçen gün daha da arttığı bir dünyada Türkiye’nin resmi düzeyde değilse bile üniversitelerinde, düşünce kuruluşunda nükleer caydırıcılık konusunu tartışması gerekebilir.
Biliyorum konunun teknik, hukuki, siyasi ve ekonomik boyutları var. NPT geçerliliğini korurken nükleer silah sahibi olmak da çok zor. Dünyayla zaten bin tane sorunumuz varken bir de bu sorunla uğraşmamız anlamsız. Ama yine de üstünde düşünmek, egzersiz yapmak faydalı olabilir. Günü geldiğinde hazırlıksız yakalanmamak için de, bu konu üstünden başka alanlarda pazarlı yapabilmek için de, hatta belki AB ile yeni işbirliği modelleri geliştirebilmek için de…