Rusya-Türkiye ilişkilerinin kısa tarihi
Rusya ile Türkiye arasındaki ilk resmi ilişki 1492 yılında III. İvan’ın Kırım Hanı Mengili Giray aracılığıyla II. Beyazıt’a gönderdiği Mikhail Pleşçeyev başkanlığındaki bir sefaret heyetiyle kurulmuştur. Bundan sonra Ruslarla ilişkiler Kefe sancakbeyleri aracılığıyla yürütülmüştür. Rusya’dan İstanbul’a 1514’te gönderilen ikinci temsilci Aleksiyev’dir. Moskova’ya gönderilen ilk imparatorluk temsilcisi ise 1515’te Kemal Bey’dir.
Diplomatik ilişkiler bundan sonra da sürmüş, Ruslar Bab-ı Ali’den çeşitli ticari tavizler almak ya da ittifaklar kurmak için teşebbüste bulunmuştur. Tarihçiler ikili ilişkilerdeki ilk önemli krizin 1569 yılında Sadrazam Sokullu’nun inisiyatifi ile kalkışılan Ejderhan Seferi olduğunu söylerler. Ancak bu kriz bir yıl sonra aşılmış, iki ülke arasındaki ilk önemli çatışma Çehrin Kalesi yüzünden 11 Nisan 1678’de ilan edilen savaşla yaşanmıştır.
***
Daha sonra 1688’de, 1711’de ve daha pek çok kez ikili ilişkilerde savaşlar ve krizler görülmüştür. Ancak bu sadece Türkiye-Rusya ilişkilerine münhasır bir durum değildir. Uluslararası sistem savaşı siyasetin başka araçlarla devamı olarak gördüğü ve devletlerin tek amacı toprak kazanmak olduğu için bütün Avrupa, hatta bütün dünya birbiriyle savaş halindedir. İttifaklar kurulmakta, dağılmakta ve yeniden kurulmaktadır.
Rusya tıpkı Avusturya, tıpkı İngiltere ve Fransa gibi Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bir genişleme stratejisi benimsemiş, Bab-ı Ali ise bu devletler arasındaki rekabetten yararlanarak çıkarlarını ve topraklarını korumaya gayret etmiştir. Çarşamba günkü yazımda da belirttiğim gibi Türkiye Rusya’yla 1798’de Fransa’ya, 1833’te Mısır valisinin isyanına, 1921’de de ortak düşman İngiltere’ye karşı ittifaklar kurmuştur.
İkili ilişkilerin doruk noktasına 1925-1936 yılları arasında ulaşılmış, 1925 yılında imzalanan ve daha sonra 1929’da ek protokolle zenginleştirilen Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması Türkiye’nin dış politikasını bir yandan Rusya’nın ipoteği altına sokarken, diğer yandan risk almasını, attığı adımların Rusya tarafından tehdit olarak algılanmasını önlemiştir. 1936 yılında imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi Rusya’nın beklentilerini tam olarak karşılamadığı ve aynı zamanda Türkiye İngiltere’ye yakınlaştığı için ilişkiler yavaş yavaş soğumaya başlamıştır.
Montreux’nün imzalanmasından hemen sonra Rusya Türkiye ile Boğazların ortak savunulmasını önermiş, II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin şartların el verdiğince Rusya’nın çıkarlarını kayıran tutumuna rağmen yapılan bazı hatalar ikili ilişkilerin erozyonuna yol açmıştır. 1939’da İngiltere ve Fransa ile imzaladığı antlaşmaya karşın savaşa girmeyen ve aslında iyi ki de girmeyen Türkiye, savaş sonunda yalnızlığa mahkum olmuş, Rusya’dan gelebilecek saldırıları bekler hale gelmiştir.
Türkiye-Rusya ilişkilerinin dönüm noktası 19 Mart 1945’te Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Sarper’in Dışişleri Bakanı Molotov ile yaptığı görüşmedir. O görüşmede Molotov Sarper’e 1925 tarihli Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması’nı 7 Kasım 1945’ten itibaren feshedeceklerini söylemiş, bu da Sovyetlerin Türkiye’ye saldıracağı şeklinde yorumlanmış, Balkanlar ve Kafkaslardaki her türlü askeri hareketlilik endişe yaratmıştır. Bu arada propaganda savaşı da sürmüş, muhtelif biçimlerde Türkiye’den toprak talepleri gündeme getirilmiştir.
Türkiye de buna karşılık önce İngiltere’ye, daha sonra da Amerika’ya yakınlaşmış, Sovyetlerle savaş sonrasında da iyi geçinebileceğini düşünen Amerika’yı elindeki her fırsatı değerlendirerek kendi yanına çekmeye, çıkarlarına hassasiyet göstermesini sağlamaya gayret etmiştir. Bir kısmı kendi diplomatik başarısından, bir kısmıysa Amerika’nın Sovyetlerin niyetleri konusunda değişen bakış açısından kaynaklanan nedenlerle Türkiye Amerika’yı ancak Nisan 1946 itibarıyla yanında görebilmiştir.
***
11 Kasım 1944’te Washington’da hayatını kaybeden Büyükelçi Münir Ertegün’ün cenazesi o zamanlar dünyanın en güçlü gemisi kabul edilen Missouri zırhlısıyla Türkiye’ye gönderilmiş, zırhlı iki destroyer eşliğinde 5 Nisan’da Dolmabahçe açıklarına demirlediğinde Ankara rahat bir nefes almıştır. Türkiye daha sonra Truman Doktrini’nden, Marshall Planı’ndan yararlanmış, 1949’da NATO kurulduğunda kısa bir hayal kırıklığı yaşasa da 1952’de üyesi olmuştur.
Türkiye son iki yüz küsur yıllık tarihinde olduğu gibi bir büyük gücü II. Dünya Savaşı sonrasında da diğerine karşı kullanabilmiş, onlar arasındaki husumetten yararlanarak Batı ittifaklar, antlaşmalar ve örgütler sisteminin parçası olmuştur. Şimdi de müttefiklerinin kendisine ve çıkarlarına yeterli özeni göstermediğini düşünerek Rusya’ya doğru yönelmektedir. Şu anda yapılan kasım ayındaki uçak krizi sonrasında yaşanan gerilimin izlerinin silinmesi, yeni işbirliği alanlarının açılması, Suriye başta olmak üzere bölgesel konularda ortak noktaların bulunması ve terörizme karşı yeni mücadele mekanizmalarının yaratılmasıdır. Ancak daha fazlası da olabilir…