Reklam da önemli ama asıl önemlisi marka değeri

Türkiye’de turizm sektörü ciddi sıkıntıda. IŞİD ve PKK terörü Batılı turisti korkuttu, uçaklarının düşürülmesi de Rus turisti kaçırdı. Bugün neredeyse tüm oteller boş. İşten çıkartmalar, kapatmalar ve iflaslar ardı ardına geliyor. Sadece Marmaris, Antalya, Bodrum değil İstanbul da zor durumda. Çoğu otel masraflarını karşılamaktan uzak fiyat politikalarıyla günü kurtarmaya çalışıyor.

Hükümet de, sektör de çıkış yolu arıyor. İlk akla gelen sektöre teşvik ve destek verilmesi oldu. Nitekim verildi de. Bir cepten alınıp diğerine aktarıldı. Ama verilen teşvik de, destek de yetmedi. Şimdi sektör yeni bir arayış içinde. Gazetelere yansıyan haberlerden hedef ülkeler ve bölgelere yönelik kampanyalar düzenlenmesi gündemde. Dünyaca ünlü şahsiyetlerin bu reklam ve tanıtım kampanyalarında rol oynaması talep ediliyor.

Reklam ve tanıtım tabii ki önemli ancak asıl önemli olan Türkiye’nin marka değerinin artırılması, turistlerin tehdit olarak gördüğü sorunların ortadan kalkması. Dünyanın hemen her yerinde neredeyse her gün Türkiye’yi olumsuzlayan en az bir haber yayınlanırken, yapacağımız hiçbir kampanya Türkiye’ye insanların gelmesini, tatil yapmasını sağlamaz. Bizim turizm için de, ihracat için de önce imajımızı değiştirmemiz, marka değerimizi artırmamız gerekiyor.

Gerçekçi olalım biz Belçika değiliz. Belçika gibi kampanya yapsak bile Türkiye’ye gelmesi muhtemel insanların üstünde aynı etkiyi yaratamayız. Unutmayalım ki Belçika’nın imajıyla ilgili sorunu yok. Belçika’da hiç kimse bir gazeteye nöbetçi yayın yönetmenliği yaptı diye tutuklanmıyor. Orada ne ifade özgürlüğü sorun, ne de yargının giderek artan şekilde iktidara bağımlı hale gelmesi.

Evet biliyorum diyeceksiniz ki insanlar Mübarek yönetimindeki Mısır’a da gidiyordu, Bin Ali yönetimindeki Tunus’a da. Haklısınız gidiyorlardı, fakat gittikleri dönemde bu ülkelerin otoriter olması ülke halkının da, dünya kamuoyunun da içine sindirdiği, görmezden geldiği bir gerçeklikti. Üstelik de o dönemde bu ülkelerde şiddet kural değil istisnaydı. Bu ülkelerde gelecek turisti etkilemeyecek bir siyaset iklimi hakimdi.

Ama 2016 Türkiye’sinin otoriterleşme eğilimleri kimsenin gözünden kaçmıyor, AKPM dahil olmak üzere neredeyse herkes bizi konuşuyor. Brüksel’den Washington’a, Kahire’den Moskova’ya Türkiye hakkında iyi bir şey söyleyen, yazan düşünce kuruluşu yok desek yeridir. Freedom House, Amnesty International, Helsinki Watch, Transparency International gibi örgütler sürekli Türkiye’yi uyarıyor, hakkında kampanyalar düzenliyor.

Siyasetin üslubuna yansıyan gerginlik de dünya medyasında yankısını buluyor. Kürt sorunu konusunda PKK yüzünden adım atılamaması, HDP’li milletvekillerinin haklı veya haksız nedeni ne olursa olsun dokunulmazlıklarının kaldırılması, Gezi Parkı’nda toplumsal gerilimi tetikleyebilecek kışla ısrarının sürdürülmesi dünyadaki Türkiye algısına hiç de olumlu katkıda bulunmuyor.

Suriyeli mültecilere, hukuki statülerini mülteci olarak tanımasak dahi, gösterdiğimiz misafirperverlik de elimize geçirdiğimiz fırsatı kullanamamamız yüzünden yakında unutulma riski taşıyor. Vize muafiyeti ile ülkenin güvenlik gereksinimi arasında kurulan bağlantı bizi bile ikna etmezken başkalarını ikna etmesini beklemek gerçekçi değil. Ayrıca, Sarraf davasının başka sorunlar yanında algı/imaj sorunu da yarattığını görmeliyiz.

Sorunlu olduğumuz ülkelerin sayısının son yıllarda artmasının da imaj erozyonumuza katkıda bulduğu göz ardı edilmemeli. Rusya, Ermenistan, İsrail, Kıbrıs, Mısır ve daha pek çoklarıyla aynı anda kavgalı olamayız. Dünyanın bütün etkin lobilerini, hem de aramız AB ve ABD ile hiç de iyi değilken karşımıza alamayız, almamalıyız. İsrail’le uzlaşma yolunda ilerleniyor olması, içeriden gelebilecek tüm eleştirilere rağmen önemlidir ve nihai sonucuna ulaştırılmalıdır.

İsrail ile olan ilişkiler sadece yaratacağı turizm ya da enerji işbirliği potansiyeli yüzünden değil etkin lobisi yüzünden de hayatidir. Türkiye, Rusya ve Ermenistan ile de bir an önce sorunlarını gidermenin yollarını bulmalıdır. Rusya’dan özür dilemek, tekrar edelim, Türkiye’yi küçültmez, tam tersine büyütür, olgunluğunu ve rasyonel karar verebilme kapasitesinin olduğunu gösterir.

Hepsinden de öte Türkiye, Suriye sorununun çözümüne, istikrara kavuşmasına, iktidarda kimin ne kadar olacağından bağımsız olarak samimi katkıda bulunmak zorundadır. Bölgede var olan koşullar yüzünden askeri açıdan yok edilmesi mümkün olmayan PKK ile de bir şekilde modus vivendi yakalanmalıdır. Türkiye işlevsiz kaldığı bariz olan PYD politikasında da revizyona gitmelidir.

Dün Star’daki köşesinde Ahmet Taşgetiren’in başka bir konuya istinaden yazdığı gibi bu konularda da nihai karar makamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir an önce kendisinden ve yakın çevresinden farklı düşünenleri bir araya getirip konuşması, görüşlerinden faydalanması gerekir. Çünkü turizmde yaşanan kriz aynı zamanda bir göstergedir de ve bu göstergenin ülkenin geleceği için iyi okunması şarttır…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum