Orta menzilli füzeler sorunu
ABD Başkanı Donald Trump 20 Ekim’de Nevada’da yaptığı bir konuşmayla ülkesinin 1987 yılında imzaladığı orta menzilli füzeleri yasaklayan INF Antlaşmasından çekileceğini açıkladı. Gerekçesi ise Rusların antlaşmayı ihlal ettiği, Çin’in de antlaşmanın parçası olmaması yüzünden gücünü orantısız biçimde arttırdığıydı.
Trump müzakereye açık olduğunu da belirtti, Ulusal Güvenlik Danışmanını Moskova’ya gönderdi. Trump ve Putin 11 Kasım’da Paris’te buluşacaklar, büyük bir olasılıkla bir başka buluşma da Washington’da gerçekleşecek. Ancak sorunlara çözüm bulunabilecek mi, Rusya soruna konu olan seyir füzelerinden vazgeçecek mi belli değil. Zaten Çin şartı da antlaşmanın geleceğini hayli zorluyor.
Dünyanın da, bizim de yeni bir silahlanma yarışına ve bunun doğuracağı siyasi sonuçlara hazırlıklı olmasında yarar var. Antlaşmanın çökmesinin ilk siyasi sonucu NATO içindeki çatlağın büyümesi olacağa benzer. Almanya şimdiden tavrını belli etti. INF sona ermesin, Avrupa bir kez daha nükleer füzelerin doğrudan tehdidi altında kalmasın istiyor.
Berlin ayrıca belli ki bunun Amerikan caydırıcılığına daha fazla dayanmak anlamına geleceğini, siyasi tansiyonun ister istemez artacağını, nükleer stratejinin yeniden ve fiilen esnek mukabelenin mantığını benimseyeceğini, bir savaş olması halinde sadece Avrupa’nın nükleer silahların kullanıldığı coğrafya olacağını görüyor.
Polonya ise tarihi ve kendince doğru olabilecek jeopolitik gerekçelerle INF’in sona ermesinden, ABD’nin ülkesi başta olmak üzere diğer ülkelere orta menzilli füzeler yerleştirmesinden rahatsız değil. Destek açıklamaları şimdiden yapıldı bile. Polonya Dışişleri Bakanı Jacek Czaputowicz geçtiğimiz hafta Brüksel’de Amerika’yı anlayışla karşıladığını belirtti. Benzeri bir destek de Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’dan Berlin’de geldi.
Diğer yandan Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve AB’nin Dış Politika ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Mogheri’ni ise karşı olduklarını belirttiler. Kısacası NATO’nun ve AB üyeleri INF hakkında şimdiden iki ayrı pozisyon benimsedi. Bunun var olan sorunlara sorun katacağını, statükonun değişmesinin Avrupa güvenliğini arttırmak yerine eksilteceğini söyleyebiliriz.
İstişarelerle bu pozisyonların uzlaştırılması, INF Antlaşması’nın imzalanmasına giden yolda olduğu gibi ikili bir strateji benimsenmesi tabii ki mümkün. Rest çekilirken ve silahlanma miktarı arttırılırken de müzakere etmek olası. Ancak sadece olası. Çünkü şartlar 1980’lerden çok farklı.
1987 yılında imzalanan INF anlaşmasının arka planında nükleer silahların azaltılması, dünyanın yok olmasına yol açabilecek bir çatışmanın yaşanmaması için çalışılması vardı. 1959’dan itibaren denemelerin aşama aşama yasaklanması için sürdürülen çabalar, 1968’de nükleer silahların yayılmasını önleyecek NPT Antlaşmasının imzalanmasıyla taçlanmıştı.
NPT ile nükleer silah sahibi olmayan imzacılar edinmeye çalışmayacaklarını taahhüt ederken silah sahibi olanlar da ellerindekilerden kurtulmak için çalışacaklarını beyan ediyordu. 1972’de de hem stratejik silahların sınırlanmasını öngören SALT 1, hem de ABD ve Rusya’yı korumasız, dolayısıyla da nükleer silah kullanmadan önce iki defa düşünmeye teşvik eden anti- balistik füzelerin sadece iki yere konuşlanabileceğini kararlaştıran ABM Antlaşması imzalanmıştı.
1962’de yaşanan Küba füzeleri krizi iki tarafa da nükleer silahların tehlikeli olduğunu, siyasi amaçlara varmak için kullanılma imkanlarının bulunmadığını göstermişti. INF böylesi bir stratejik iklim sonucunda ortaya çıkmış, uzun müzakereler sonucunda imzalanmış bir antlaşmaydı. Tetikleyici unsursa 1977’de Sovyetler Birliği’nin 4 bin 700 kilometre menzilli ve 150 kilotonluk üç başlık taşıyabilen SS 20 balistik füzelerini kullanıma sokmasıydı.
O zaman Amerikalılar bu tehdide karşılık hava ve deniz güçleriyle karşı koyabileceklerini, caydırıcı olabileceklerini düşünürken orta menzilli füzeler için teklif Almanya’dan gelmişti. Çok geçmeden de 12 Aralık 1979’daki NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nda tarihe “Double-Track Decision” olarak geçen karar alınmış, bir yandan müzakere edilirken diğer yandan güç arttırılması kararlaştırılmıştı.
Önce iyi niyet belirtisi olarak Avrupa’da konuşlu 7 bin 400 nükleer başlıktan bin adetlik bir indirime gidilecek, ardından müzakerelere başlanacak, müzakerelerde başarılı olunmazsa Batı Almanya’ya 108 Pershing 2 füzesi, İtalya, İngiltere, Belçika ve Hollanda’ya 464 yeni model seyir füzesi yerleştirilecekti. 1980’de Cenevre’de başlayan görüşmelerse ancak altı yıl sonra Regan ve Gorbaçov’un bir araya gelip prensipte anlaşmasıyla 1987’de sonuçlandı.
INF sayesinde toplamda 2692 orta menzilli füze söküldü, dünya biraz daha güvenli bir yer haline geldi. Ardından zaten START 1, START 2, CTBT, Moskova Antlaşması ve Prag Antlaşması imzalandı. Fakat ne yazık ki çok geçmeden taraflar karşılıklı olarak imzaladıkların anlaşmaların boşluklarından yararlanmaya, elde ettikleri teknolojik imkanları kendi lehlerine kullanmaya başladılar.
Özellikle ABD kendisini de risk altında bırakan, karşılıklı yok oluşa dayanan anlayıştan uzaklaştı. Şimdi ülkesini koruyacak, dolayısıyla da karşı tarafı baskı altında tutup dediğini kabul etmeye zorlayacak savunma sistemleri üstünde çalışıyor. Nükleer silahları sınırlandıran antlaşmalardan teker teker kurtulmaya, sadece Rusya ve Çin üstünde değil Avrupa üstünde de tahakküm kurmaya çabalıyor. Bu da her anlamda ve yerde gerilimi arttırıyor…