Mülteci sorunumuz
Dünyada 65 milyondan fazla insan yerinden-yurdundan edilmiş, 23 milyonu da mülteci haline gelmişse sorunlar tabii ki olur. Her şeyden önce büyük bir insanlık dramı ortaya çıkar. Kitlesel göç ve iltica milyonlarca insanın aç ve açıkta kalması demektir. Onların barınma ve iaşesinin sağlanması, sonra da diğer ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir. Sağlıklarının korunması, eğitimlerinin temini, yeni kültürlere adaptasyonları şarttır.
Başka bir ülkeden geliyorlar diye onları aç ve açık bırakamazsınız, ülkelerine dönmeye ya da bazılarının istediği gibi savaşmaya zorlayamazsınız. Ülkenize kaçmak, sığınmak zorunda kalmış olan insanlara kucak açmak hem insani, hem de hukuki sorumluluktur. İdeal olan tabii ki herkesin kendi ülkesinde yaşaması, kimsenin toplu göç etmek zorunda kalmamasıdır. İdeal olan savaşların olmaması, insanların zulüm görmemesidir.
***
Fakat ne yazık ki dünya idealler değil gerçekler dünyasıdır. Savaşlar, zulümler, baskılar vardır. Emperyalizm ve eşitsiz mübadele refah açığının büyümesine, refahın ve demokrasinin kalitesinin yüksek olduğu yerlere doğru insan akımlarının oluşmasına neden olmaktadır. Ancak unutmayalım ki kimse, hiç birimiz çok mecbur olmazsa her şeyini geride bırakıp, sonunu göremediği, bilemediği bir maceraya atılmaz.
Hükümetlerin hukuka uyması, temel insan hakları belgelerine, mültecilere ilişkin sözleşmelere riayet etmesi, bizim gibi sıradan insanların da empati yapmaya çalışması gerekmektedir. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde sormamız icap eden soru basittir. Aynı şartlar altında ben yaşasam ne yapardım, ölmeyi mi yoksa göçmeyi mi tercih ederdim? Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de ya da başka yerlerdeki gibi çoluğumun çocuğumun gözlerimin önünde yaralanmasını, ölmesini mi beklerdim?
Bu soruyu kendi kendimize sormazsak sorunun ne olduğunu anlayamayız, anlamadığımız sürece de çözüm üretemeyiz. Yönetimleri sorumsuzlukla suçlamak, Suriyeli ya da başka bir mülteci grubunu yaşadıkları şartların empoze ettiği en olumsuz özellikleriyle tanımlamak çözüm ürettiğimiz anlamına gelmez. Türkiye’nin Suriye savaşına müdahil olması da mülteci sorununun nedeni değildir. Türkiye bu savaşa müdahil olsa da olmasa da Suriye krizinden etkilenecekti, etkilenmiştir de.
Böylesine kırılgan bir coğrafyada bugün de gelecekte de kitlesel göçlere hazırlıklı olmamız, yaşadığımız deneyimlerden sonuçlar çıkartmamız şarttır. 16 yıllık AK Parti iktidarı özellikle son beş yılında önemli hatalar yapmış, dış politikada da iç politikada da yanlış pozisyonlar almıştır. Fakat Suriyeli mülteciler ne AK Parti iktidarının hataları sonucunda Türkiye’ye gelmiştir, ne de AK Parti’nin hatalarının cisimleşmiş hali olarak burada bulunmaktadır. Hesap soracaksak iktidardan soralım mültecilerden değil.
Suriyeli Ayşe, Fatma, Hüseyin ya da bundan üç yıl önce cansız bedeni Bodrum sahiline vuran Aylan bebek ülkelerinde yaşananların, Suudi Arabistan ile İran arasındaki mücadelenin, Rusya ile Amerika arasında jeopolitik rekabetin, Esad’ın hırsının, PKK ve IŞİD’in şiddetinin gerekçesini muhtemelen bilmiyordu ve ilgilenmiyordu. Onlar da herkes gibi iyi ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyordu.
Tunus’un bir kasabasında hiç bilmedikleri, tanımadıkları bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla tetiklenen “Arap Baharı” ülkelerini kasıp kavurdu, onları dünyanın çeşitli yerlerine savurdu. Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmelerini istiyorsak önce onları buraya getiren nedenleri ortadan kaldırmak, Suriye sorununa zemindeki gerçekleri dikkate alarak çözüm üretmek zorundayız.
Bu da hiç kolay değil. Türkiye’nin kenara çekilmesi, oyun dışı kaldığını ilan etmesi de çözüm değil. Suriye’de sadece Suriyeliler yok. Dünyanın belli başlı tüm ülkeleri mevcut, askeri ve siyasi varlıklarıyla Suriye’nin geleceğini kendi çıkarlarına uygun bir şekilde tanzim etmeye çalışıyorlar. Türkiye de bu büyük oyunun içinde yer alıyor. Bazen Rusya’ya, bazen Amerika’ya, bazen de İran’a yaslanıyor. Cenevre’de, Astana’da, Soçi’de ve zeminde ağırlığını koyuyor.
H H H
Türkiye’de iktidarda bundan sonra kim olursa olsun üslubu dışında benzer bir politika izleyecek, sorunun ülkesinin menfaatlerini maksimize edecek şekilde çözülmesi için çalışacak. Fakat Suriye sorunu Türkiye’deki siyasi iradeden bağımsız olarak da seyredecek, İdlip ya da başka bir yerde kriz tırmanırsa Suriyeliler yine gelip Türkiye’nin kapısına dayanacak. Biz yine insanlığımız ve hukuki sorumluluklarımız yüzünden kapılarımızı açmak, açmasak bile onları bir şekilde sınırlarımızın hemen önünde karşılamak ve ihtiyaçlarını temin etmek zorunda kalacağız.
Tüm bu gerçekleri görmezden gelmek, Suriyelileri araçsallaştırmak da mümkün. Popülizm zaten böyle bir şey. Avrupa’daki aşırı sağ, hatta bazı ana akım partiler gibi ırkçılık yapmak ya da Trump gibi göçmenlerle çocuklarını ayırmak her zaman olası. Ama biz mükemmel olmasak da bazı konularda hassasiyet gösterebilen, insani refleksleri olan, yardım örgütleri kuran, kampanyalar düzenleyen, adalardaki atların çilelerini, köpek yavrularına yapılan işkenceleri ulusal sorun haline getiren bir ülkenin insanlarıyız. Haklar konusunda hepimizin değilse bile önemli bir kesimimizin hassasiyeti var. İsterseniz böyle kalalım, Suriyelilere önyargısız bakalım…