Katalonya sonrası
Katalan yetkililer geçen hafta sonunda yapılan bağımsızlık referandumunun sonuçlarını açıkladı. Dediklerine göre oy kullanan 2 milyon 286 bin 217 kişiden 2 milyon 44 bin 38’i, yani yaklaşık yüzde 90’ı bağımsızlığı destek yönünde oy vermiş. Katılım oranı ise yüzde 43’te kalmış. Katalonya Parlamentosu’nun çıkarttığı ve bu referanduma temel oluşturan yasaya göre sonuçların ilanından sonra bağımsızlığın da ilanı gerekiyor. O da büyük bir olasılıkla Salı günü yapılacak.
***
Bilindiği gibi Katalonya Parlamentosu’nun aldığı karar da yapılan referandum da her açıdan tartışmalı. Ne İspanya Anayasası, ne de İspanya Anayasa Mahkemesi referandumu ve sonucunu tanıyor. Katalan milliyetçiler bağımsızlık konusunda ısrarcı olursa, ki olacağa benzer, İspanya ve AB’nin geri kalanı ciddi bir sınama ile karşı karşıya kalacak. Merkezi yönetim ve AB, ya ayrılığı kabul edip parçalanma sürecini başlatacak, ya da güç kullanmak da dahil yaptırım önlemlerine başvuracak.
AB şimdilik sorunu İspanya’nın iç işi olarak görme eğiliminde, durumu caydırıcı açıklamalarla idare etmeye çalışıyor. Fakat sorun aslında AB’nin de iç işi. Çünkü Katalonya’nın bağımsızlık yolunda attığı her adım, merkezi yönetimin göstereceği her tepki onları da etkileyecek. Zor ama eğer bağımsızlık gerçekleşirse, Katalanlar herhangi bir şekilde kendi devletlerini kurma imkanı bulurlarsa, bu tarihi olay Avrupa’daki diğer ayrılıkçı hareketlere de ilham kaynağı olacak.
Yakın zamana kadar sadece Batı dışında, demokratik olmayan yerlerde, az gelişmiş ülkelerde olabileceğine inanılan “kendi kaderini tayin” sorunu, şimdi Batı’nın tam da ortasında, demokratik bir ülkede, gelişmiş bir bölgede ortaya çıktı. Katalonya bağımsız olamasa bile bağımsızlık çabasının yarattığı şok dalgaları, bırakın birliktelikten kopuş eğilimlerinin güçlü olduğu Birleşik Krallık, Belçika gibi ülkeleri, bir yana Almanya ve Fransa’yı dahi etkiler.
Unutmayalım ki Katalonya’nın nasıl şahsına münhasır bir tarihi varsa Avrupa’nın pek çok ülkesini oluşturan bölgelerin, federe devletlerin de benzer birer tarihi var. Mesela Almanya’da Bavyera’nın 1871 öncesi eski güzel günlerini hatırlamayacağını kimse garanti edemez. 1946’da kurulan ve Bavyera’nın bağımsızlığını savunan ancak siyasi etkinliği sınırlı Bayernpartei’nin gelecek seçimlerden güçlenerek çıkmayacağından, Katalonya veya diyelim ki İskoçya yüzünden kendisine daha geniş bir meşruiyet zemini elde etmeyeceğinden kimse emin olamaz.
Aynı şey Almanya’nın diğer bölgeleri, Fransa ve pek çok AB ülkesi açısından da geçerli. Belçika’da Flamanlar ve Valonların zar zor ayakta tutulan birlikteliği Katalonya’nın bağımsızlığından ilham almaz mı? Ya da Slovakya’daki Macarları, İtalya’da Lombardiya’yı, İsviçre’deki Jura kantonunu, Fransa’daki Baskları ve Basklar başta olmak üzere İspanya’daki diğer ayrılıkçı hareketleri düşünün, Katalonya onlar için emsal oluşturmaz mı? Korsika’daki ayrılıkçılar doğacak sinerjiden yararlanmaya çalışmaz mı?
Bağımsızlık hareketleri başarılı olamasalar dahi Avrupa’da ciddi bir istikrarsızlık, öngörülmezlik, siyasi ve ekonomik kriz, hepsinden önemlisi sınırlar aşan çatışmalar yaratmazlar mı? Sırplar yüzünden Bosna Hersek dağılırsa yeni bir Balkan savaşı çıkmaz mı? Azınlıklar yüzünden Macaristan ile Slovakya’nın arası bozulmaz mı? Bu gelişmeler Transdinyester yüzünden Moldova’yı ve Rusya’yı etkilemez mi? Makedonya’daki Arnavutları da aklımızın bir köşesinde tutmakta yarar var.
Tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden AB ülkeleri başta olmak üzere bütün devletlerin bir araya gelip var olan statükoyu korumak, sınırların değişmezliği ilkesini bir kez daha ve güçlü bir şekilde teyit etmek amacıyla yeni bir uzlaşmaya varması gerekiyor. Böylesi bir uzlaşı hiç kolay değil. Çıkar ve beklentilerin kesişeceği ortak noktayı bulmak zor. Yine de denenmesi, ayrılık ve tanınma için geçerli evrensel normların yaratılması gerekiyor. Ne de olsa artık etnik ayrılıkçılık, mikro milliyetçilik sadece azgelişmişliğin sorunu değil. Sadece demokrasinin kıt olduğu yerlerde ayrılıkçılık yeşermiyor.
***
Türkiye gibi ayrılıkçılıktan derinden etkilenen ülkelerinse bu konuda önderlik etmesinde, proje geliştirmesinde, konuyu BM’in gündemine sokmasında, sorunun sırf kendilerinin değil herkesin sorunu olduğunu anlatmasında büyük yarar var. Müttefiklerimizi her konuda ikna edemesek de bu sorun çıkarlarına dokunduğu ve daha da dokunacağı için yeni bir anlayış benimsemelerini, hiçbir ayrılıkçı hareketi desteklememe taahhüdü altına girmelerini -biraz uğraşırsak, etkili koalisyonlar kurarsak- sağlayabiliriz. Kıbrıs gibi bambaşka bir müktesebatın olduğu yerler için de ayrı formüller bulmak, her sorunu aynı sepete atmamak şartıyla…