Deneyin, siz de yapabilirsiniz…
Türkiye tarihinin en büyük tehlikelerinden birini atlattı. Az daha cemaat kılığında bir gizli örgüt darbe yapacak, devleti teslim alacak ve belli ki büyük bir kıyım gerçekleştirecekti. Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere neredeyse tüm siyasilerin basireti, toplumun direnci, ana akım medyanın duruşu, polisin azmiyle darbe önlendi. Ama henüz artçı şokları bitmedi. Hala bir başka kalkışmadan, hala muhtemel ekonomik ve siyasi sonuçlarından endişe ediliyor.
Türkiye’nin bu kırılgan dönemi kazasız belasız atlatması için var olan partiler üstü uzlaşmanın korunması önemli. Pazar günü CHP tarafından düzenlenen mitinge diğer partililerin katılması, pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Yıldırım ile birlikte CHP ve MHP liderleriyle uzun uzun görüşmesi Türkiye’nin geleceği için umut vadediyor. Darbe sonrası sürecin iyi yönetilmesi için adalet duygusunun sarsılmaması da şart. Umarız kurunun yanında yaş yanmaz, varsa hatalar telafi edilir.
***
Bir başka önemli nokta da Türkiye’nin dünyayla olan ilişkilerini rayına koyması, özellikle Batı’daki algısını yönetmesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbe teşebbüsü sonrasında AB ve ABD’den gelen mülakat tekliflerini kabul etmesi boşuna değil. Türkiye’nin hakkında oluşmuş önyargıları silmesi gerekiyor. Çeşitli bakanlıklar ve sivil toplum örgütleri de bu konuda çalışmalar yapıyor. Ülkenin istikrarlı olduğunu ön plana çıkartan, 15 Temmuz’da ne olduğunu anlatan gazete ilanları veriliyor.
Çünkü Türkiye’nin Batı ile olan sorunlarını çözebilmesi, çıkarlarını koruyabilmesi için algısını değiştirmesi; yumuşak gücünü, ikna kabiliyetini daha etkin bir şekilde kullanılabilir hale getirmesi şart. Ama işi hiç kolay değil. Nihayetinde yüzyılların birikiminden söz ediyoruz. Kökenleri, Onur Bilge Kula’nın 2001’de İş Bankası Yayınları’ndan çıkan iki ciltlik Batı Edebiyatında Oryantalizm adlı eşsiz çalışmasında anlatıldığı gibi çok eskilere dayanıyor. Erasmus ve Mozart’taki Türk imgesi bile insanların kafasındaki ön yargıların silinmesinin ne kadar zor olabileceğini gösteriyor.
Fakat neyse ki hepsini silmemiz gerekmiyor. Medya kampanyaları, kanaat önderleriyle temaslar, daha da önemlisi liderler arası görüşmeler dünyadaki Türkiye algısını yönetilebilir düzeye getirebilir. Karşılıklı menfaatler, ufak tefek söylem değişiklikleri Amerika-Türkiye, AB-Türkiye ve tabii ki Rusya-Türkiye ilişkilerini bambaşka yerlere taşıyabilir. Ki taşıyor da.
Ancak siyaset kadar kanaat önderlerinin de, medyanın da dikkatli olması, komplolardan ve manipülasyonlardan kaçınması gerekiyor. Bazen düşünmeden üstüne atladığınız ve çiğneye çiğneye bitiremediğiniz bir haberin arkasında bir istihbarat servisi çıkabiliyor.
Dün bu tür manipülasyonları yakından takip eden bir tanıdığım Wilson Center ile GPoT olarak Büyükada’da yaptığımız toplantının ardından yazılan yalan haberlerin kaynağının İran ya da İran’a yakın bir grup olabileceğini söyledi. Onlar bu konuda en hiddetli tweetlerin İran’a müzahir kaynaklarca atıldığını tespit etmiş.
Eğer onların tespiti doğruysa, Henri Barkey’in Türkiye kamuoyundaki şeytanlaştırılmış kimliği üstünden başarılı bir operasyon gerçekleştirmişler, Türkiye ile Amerika arasına gereksiz bir sorun daha sokmuşlar demektir. Oysa bizim Amerika ile de, Rusya ile de, İran ile de iyi ilişkilere ihtiyacımız var. Büyükada’da düzenlediğimiz toplantı da İran karşıtı bir toplantı değildi. İran’ın bölgedeki etkisini konuştuk.
Ben, düzenlediğimiz toplantıdan yalan haber çıkartanların bunu bilerek yaptıklarını zannetmiyorum. Onları İran istihbaratının oyuncağı olmakla da suçlamayacağım. Büyük bir olasılıkla gazetecilik sağduyusu gelişmemiş, gerçek olup olmadığına bakmadan aktardıkları haber ve yorumlarla iktidara iyilik ya da kötülük edeceğini zanneden, haberin doğru olup olmadığını bile kontrol etmeden içindeki saçmalıkların cazibesine kapılan zavallılar onlar.
***
Fakat Türkiye açısından kötü olan bu gibi insanların sayısının çok olması ve ülkelerine iyilik yaptıklarını zannederken kötülük yapmaları. Daha da fecisi televizyon yorumcuları. Bu medya manipülasyonuna kapılıp üstünde analiz yapanlar, zamanında önemli görevlerde bulunmuş insanlar. Okudukları komplolara inanıp çıkarımda bulunanlar.
Yanlış anlaşılmasın ben Amerika’nın darbede parmağı yoktur demiyorum. Tarihine baktığımda şüpheci olmam için yeteri kadar nedenim var. Ayrıca Amerika gibi en yakın müttefikini bile dinleyen bir ülkenin Gülen cemaatinin faaliyetlerini takip etmemesi, onların böylesi bir darbe girişimi içinde olduğunu görmemesi bana hiç mantıklı gelmiyor. Ama bir iddiada bulunmak için elimde kanıt olması gerekiyor.
Kanıt olmadan bir iddiada bulunursam kullanılmaktan, kaş yaparken göz çıkartmaktan korkuyorum. Üstelik hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın çabalarına baktığımda, darbenin doğrudan muhatabının bile ilişkileri rayına sokmaya çalıştığını görüyorum. Bana Amerika ile çatışmak, başka devletlerin işine yarayacak komplolar kurgulamak yerine tıpkı onların yaptığı gibi konuşmak, ikna etmeye çalışmak daha akıllıca geliyor. Deneyin siz de aynısını yapabilirsiniz…