Bir diplomatik, bir de askeri zafer
20 Temmuz Türkiye tarihinin iki önemli dönüm noktasına tekabül ediyor. Bundan 82 yıl önce 20 Temmuz’da İsviçre’nin Montrö şehrinde imzalanan sözleşmeyle Türkiye, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla Marmara denizi ve çevresindeki önemli bir deniz alanı ve toprak parçası üstündeki egemenlik haklarını geri aldı. 44 yıl önce yaptığı müdahaleyle de büyük bir baskı altında yaşayan Kıbrıslı Türkleri kurtardı, 1878’de kadar fiilen, 1923’e kadar hukuken kendisine ait olan adanın üçte biri üstünde etkin kontrolünü sağladı.
***
Kıbrıs müdahalesi, müdahale sırasında ve sonrasında yaşanan sorunlara rağmen tam bir askeri başarı hikayesiydi. Türkiye elindeki sınırlı imkanlarla büyük çaplı bir deniz aşırı operasyon gerçekleştirdi, kısa süre içinde planladığı hedeflerini, hatta fazlasını gerçekleştirdi. Yunanistan’daki cunta yönetiminin düzenlediği darbe Türkiye’ye 1959-1960 antlaşmalarından doğan haklarını kullanma imkanı sağladı.
Siyasi iradenin bir bütün olarak dirayeti, Genelkurmay’ın öngörülü planlaması ve hepsinden önemlisi de Kıbrıs Türklerinin ve müdahaleye katılan askerlerin kahramanlığıyla büyük çaplı bir operasyon, adı konmamış bir savaş gerçekleştirildi. Yine yaşanan tüm sorunlara rağmen Türkiye Kıbrıslı Türklerin daha iyi bir hayat yaşaması, yıllardır çektikleri acıları unutması için elinden geleni yaptı. Bugün işleyen bir ekonomileri, gurur duyabilecekleri bir devletleri ve demokrasileri var.
1977’den bu yana iki toplumlu, iki kesimli bir ortaklık devleti kurmak için çaba harcıyorlar. 2004’de neredeyse kuruyorlardı. Ama müstakbel ortakları onların beğendiği, Birleşmiş Milletler’in desteklediği plana razı olmadı. Rum tarafı Annan Planı’nı yapılan referandumda reddetti. Çözüm çabaları hala sürüyor, hala ambargolarla yıldırılmaya çalışılıyorlar. Ekonomileri istedikleri kadar iyi değil.
Fakat 1964-1974 arası dönemle karşılaştırıldığında belli ki çok daha huzur içindeler. 20 Temmuz 1974’de yapılan müdahale olmasaydı belki çoğu yaşadıkları adada olamayacak, belki Türkiye ve Yunanistan iki ülkeye de yıkım getirebilecek ciddi bir savaş yaşayacaktı. 20 Temmuz tarihin akışını değiştirdi. Sadece Kıbrıslı Türklere güvenlik ve genel anlamıyla barış getirmekle kalmadı, Yunanistan’daki cuntanın düşmesine, komşumuzun demokrasi yolunda ilerlemesine yol açtı.
Bu konuda söyleyecek çok şey var. Tabii ki anlatılacak sorunlar da. Ancak geriye dönüp bakan hemen herkes sanırım Kıbrıs müdahalesinin tarihi önemini, diplomasi ve siyasetle beslenen büyük bir askeri başarı olduğunu kabul edecektir. Kıbrıs müdahalesinin önemi muhtemelen ilerleyen yıllarda daha iyi anlaşılacak, Türkiye’ye sağladığı imkanlar daha rasyonel bir şekilde tartışılacaktır.
Ben, benzerinin Montrö Boğazlar Sözleşmesi için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Leman (Cenevre) Gölü kıyısındaki muhteşem Montreux Palace Otel’inde imzalanan sözleşmeyle Lozan’da kısıtlanmış olan egemenlik haklarını kullanma yetkisini güce başvurmadan akılcı bir diplomasiyle kazanmış, güvenliğini daha kolay sağlayacağı imkanlar elde etmiş, eline ileriki yıllarda kullanabileceği önemli bir jeopolitik koz geçirmiştir.
Bugün 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi sayesinde Türkiye İstanbul ve Çanakkale Boğazlarıyla Marmara Deniz’inden transit geçiş yapan savaş gemileri üstünde kontrol hakkına sahiptir. Geçiş yapacak gemilerin bayrak devletleri önceden Türkiye’yi bilgilendirmek zorundadır. Geçiş toplu olarak yapılamaz. Karadeniz’de bulunacak olan kıyıdaş olmayan ülke bayraklı savaş gemilerinin toplam ağırlığı 45 bin tonu geçemez.
Savaş gemilerinin tipleri, silah sistemleri sınırlanmış, gece-gündüz, savaş halinde, Türkiye’nin savaş tehdidi altında olduğu durumlarda ve tabii ki barış zamanında nasıl geçecekleri kurala bağlanmıştır. Bir evrensel uygulama ilkesi, başka bir deyişle rejim haline dönüşen bu kurallar uluslararası hukukta yaşanan gelişmelere rağmen bugün de geçerliliğini korumakta, Türkiye’nin güvenliğini ve çıkarlarını korumasına yardımcı olmaktadır.
Eğer Türkiye 1933’den başlayarak ısrarlı bir şekilde kendisine Lozan’da empoze edilen rejimi değiştirmek için çalışmamış olsaydı, olasıdır ki tarihinin akışı farklı olabilirdi. Hatay sorununun çözümünden İkinci Dünya Savaşı’na kadar pek çok büyük “olay” bizim için farklı sonuçlar doğurabilirdi. Türkiye savaş sırasında ve sonrasında Boğazlarını kontrolünden kaynaklanan gücünü etkiye tahvil edebilmiş, bir büyük devleti diğerine karşı kullanabilmiştir.
Kıbrıs müdahalesinden farklı olarak Montrö Sözleşmesi’nin önemi Türkiye’de devlet ve siyaset dışında ne yazık ki çok anlaşılamamış bir uluslararası bağıttır. İstanbul Boğazı’nda ne zaman bir kaza olsa değiştirilmesi mutlaka birileri tarafından gündeme getirilir, kazanın nedeni barış zamanında ticaret gemilerinin transit geçişine sağlanan serbesti olarak görülür. Hatta son kazada olduğu gibi gemide sözleşmeye göre ihtiyari olan kılavuz kaptanın bulunmasına rağmen.
***
Oysa bundan 82 yıl önce imzalanmış Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin parça başı değiştirilmesi imkansıza yakındır. Sözleşme’nin bütünlüğünün bozulmasının tamamının çökmesine, yerine 1982 yılında imzalanan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümlerinin (biz imzacısı olmasak dahi) almasına yol açması olasılığı çok güçlüdür. Bu da Türkiye’nin savaş gemilerinin Boğazlar Bölgesi’nden geçişi üstündeki kontrolünü yitirmesi, Montrö Sözleşmesi’nden kaynaklanan gücünü kullanamaması anlamına gelecektir…