Ankara Ortadoğu’nun Helsinki’si olamaz mı?
Konuya aşina olanlar hatırlayacaktır; Ankara’nın 1970’li yıllarda Helsinki’nin oynadığı role benzer bir rol oynaması, işbirliksel güvenliğe dayalı bir mekanizmanın kendi bölgesinde kurulması için öncülük etmesi daha önce de defalarca gündeme getirilmiş, ancak siyasetin ilgisini yeterince çekememişti. Bölge koşullarının 1972-1975 yılları arasında sürdürülen müzakerelerin koşullarına benzemediği, AGİT gibi bir mekanizmanın altyapısının kurgulanmasının zor olacağı söylenmişti.
Kimileri bölgeden gelen itirazlara, kimileri bölge dışı aktörlerin süreci bloke etme potansiyeline değinmişti. Bir ara Kanadalı, Amerikalı akademisyenler ve düşünce kuruluşu temsilcileri bu konuya el atmış, ekseni Ankara olmasa bile böylesi bir yapının geniş anlamıyla Ortadoğu’yla tanıştırılması için projeler üretmişti. Danimarka konuyla ilgilenmiş, hatta Dışişleri Bakanlığı ile temasa geçmişti. Almanya’nın etkin düşünce kuruluşlarından SWP bazı çalışmalar yapmıştı. TESEV de bu konuda çeşitli toplantılar düzenlemiş, raporlar yayınlamıştı.
***
O zamanlar yapılan tüm bu egzersizlerin odak noktasında insan hakları ve demokrasiyle bölgesel istikrar arasında denge kurulması vardı. Dışarıdan bakanlar ilk ayağını önemserdi. İkinci ayağı istikrar ise savaşlara, krizlere rağmen çok sıkıntılı görülmezdi. İçeriden bakanlar ise bu tür “projeleri” (belki de haklı nedenlerle) içişlerine müdahale fırsatı olarak görür, destek vermezlerdi.
Düşünce kuruluşları toplantılarında aylarca konuşulup hazırlanan taslaklar ilk gerçeklik testini geçemez. Genellikle de Mısır diplomasisi karşısında bozguna uğrardı. İsrail bu tür teşebbüslere oldum olası şüpheyle yaklaşır, Amerika’nın projesinden Rusya, Rusya’nın içinde yer alabileceği bir projeden Amerika hoşlanmazdı. Türkiye siyaseti ve diplomasisi bu tür inisiyatiflere karşı çıkmasa da gerçekleşmesinin gerçekçi olmadığını düşünürdü.
Büyük bir olasılıkla Ankara yine aynı şekilde düşünecek, bölgemizde ve
Türkiye’de bunca sorun varken böylesi bir inisiyatif için zaman harcanmasını diplomatik israf olarak görecektir. Ancak tam da bu yüzden duruşumuzu yeniden gözden geçirmekte yarar var. Çünkü gerçekten de çok sorunumuz ve yakın
çevremizde büyük bir tıkanıklık var. Bölgesel rekabet bir rejimle düzenlenmezse tırmanmaya, bizi içine çekecek bir savaşa doğru yönelmeye aday.
Bundan en çok terör örgütlerinin ve ayrılıkçı hareketlerin karlı çıkacağını söylemek için uzman olmaya gerek yok. Bölge dışı aktörlerin de çözdüklerinden daha fazla sorun yaratmaları muhtemel. Dolayısıyla onlara fazla umut bağlamayalım. Özellikle Trump yönetiminin İsrail karşısında takınacağı tutumla, DEAŞ merkezli Suriye ve Irak politikasıyla, İran’la gerilmesi olası ilişkileriyle ve bildiğimiz önyargılarıyla bölgemizin sorunlarına yaratıcı çözümler üretmesini beklemeyelim .
AB ülkelerinin de karıştığı zaman ne yaptığını Libya’da, karışmadığı zaman ne olduğunu da Suriye’de gördük. Kabul edelim ki pek çoğunun derdi mülteciler ve teröristler. Onun dışında bir problem tanımları yok. Biraz insani yardım yaptıklarında bölgenin sorunları için gereken diyeti ödediklerini düşünüyorlar. Kapsamlı bir stratejileri olmadığı için gündelik savrulmalarla terörist diye tanımladıkları örgütleri dahi “pragmatik” nedenlerle görmezden geliyorlar.
***
Rusya deseniz bölgeye yerleşmek, Amerika’nın bıraktığı boşluğu doldurmak derdinde. Bölgesel rekabeti dengeler mi, dengelerse bizim istediğimiz gibi mi davranır kestirebilmek, güçlü komşumuza güvenebilmek zor. Tüm bunlar tabii ki Rusya ile iş yapmayalım, Suriye için konuşmayalım, Amerika’dan uzaklaşalım, AB’den kopalım anlamına gelmiyor. Teröre karşı savaşmayalım, İran yayılmacılığına göz yumalım demek de değil.
Söylemek istediğim şey şartlar her ne kadar olumsuz olursa olsun bulunduğumuz bölgedeki jeopolitik rekabeti makul sınırlar içine çekecek, rekabetin koşullarını belirleyecek, daha fazla savaşın, daha fazla istikrarsızlığın çıkmasını önleyecek, bölgedeki devletlerin temel güvenlik çıkarlarını tescil edecek ve nihai amacı AGİT benzeri bir örgüt olan çok taraflı bir mekanizma için inisiyatif alalım. Merkezinde insan hakları olmasa bile temel evrensel değerler ve Vestfalian sistemin normları olsun yeter…
***
* Kayseri’deki terör saldırısı yine canımızı yaktı. Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere hepimizin başı sağ olsun, yaralılarımıza acil şifalar dileğimle.