9 Ağustos 1945
Tam 73 yıl önce bugün Japonya saatiyle 11.02’de Nagazaki’ye atılan ve içinde 5 kilo plütonyum olan bomba patladı. 263 bin kişinin yaşadığı tahmin edilen şehirde ilk anda 22 ile 75 bin arasında insan hayatını kaybetti. 60 bin kadarı da yaralandı. Kayıpların sayısı eğer hedef tam tutturulmuş olsa çok daha fazla olabilirdi. Çünkü bu bomba üç gün önce Hiroşima’ya atılandan çok daha güçlüydü.
Bilindiği gibi Atom Bombası savaş sırasında Los Alamos’ta Amerikalılar tarafından geliştirildi. Almanların tasarımlarından yararlanıldı. Nisan 1945’de de Japonya’da hangi şehirlerin bombalanabileceği üzerinde çalışılmaya başlandı. Nagazaki aslında ilk hedef listesinde yoktu. Savaş Bakanı (Savunma Bakanı) Henry Stimson eğer balayını Kyoto’da yapmamış olsaydı bu şehir muhtemelen seçilmeyecekti.
Kyoto uzun pazarlıklar sonrasında listeden tarihi değeri gerekçesiyle çıkartıldı. Yerine liman ve endüstri kenti Nagazaki eklendi. Daha sonra yaşanan pek çok tesadüf de Hiroşima’dan sonra ikinci büyük yıkımın bu şehirde yaşanmasına neden oldu. Nagazaki’ye atılan bomba aslında Kokura için hazırlanmıştı. Ama Kokura’daki hedef duman yüzünden iyi seçilemediği için uçak ikincil hedef olan Nagazaki’ye yöneldi ve 11.01’de bombasını bıraktı.
Üç gün içinde de Japonya 16 Temmuz’da Postdam’da (Almanya) açıklanan teslim şartlarını birkaç küçük düzeltmeyle kabul etti. Japonlar bu büyük felaketin geldiğini anlayabilmiş olsalardı ya da İngiltere Quebec mutabakatı gereğince kendisine sorulduğunda Japonya’ya karşı böylesine insanlık dışı bir silah kullanmayalım deseydi, tarih muhtemelen farklı bir şekilde akardı.
Ama olan oldu. 6 Ağustos itibarıyla dünya tarihinde görülmemiş ilk patlama gerçekleşti. Ardından ikincisi geldi. Bundan sonra savaşların yapılış biçiminin değişeceği, bu silaha sahip olan ülkenin dokunulmazlık kazanacağı anlaşıldı. ABD yıkıcı etkilerini Japonya üstünde yaptığı iki “deneme” ile sonuçlarını dünyaya gösterdiği bu silahın tekelini 1949’a kadar elinde tuttu.
1949’da Sovyetler Birliği, 1952’de İngiltere yani Birleşik Krallık, 1960’da Fransa, 1962’de Çin ilk nükleer denemelerini gerçekleştirdi. Nükleer silah sahibi olan bu ülkeler giderek artan bir hızla sayı ve kalite yarışına girdiler. Çok geçmeden bu yarışa Hindistan, Pakistan, İsrail ve Güney Afrika da katıldı. Güney Afrika silahsızlanmayı seçerken çok sonraları Kuzey Kore devreye girdi. ABD ve Sovyetler Birliği Soğuk Savaş sırasında ikinci, üçüncü vuruş yeteneği kazanmak için çalıştı.
Sonunda bu ülkelerin envanterinde dünyayı onlarca kez yok edecek miktarda nükleer silah birikti. Tek bir nükleer bombanın yıkım kapasitesi Japonya’ya atılanların 2 bin misline ulaştı. Bir patlamayla büyük bir şehrin haritadan silinmesi, milyonlarca insanın birkaç saniye içinde yok olması mümkün hale geldi. Üstelik taraflardan birinin nükleer silahlarının tetiğine dokunması sadece karşısındakini değil kendisini de yok etmesi demek oldu.
1962’de yaşanan Küba Füzeler Krizi gibi deneyimler nükleerleşme çılgınlığına dur denmesinin gerekli olduğunu ortaya çıkarttı. 1959’dan başlayarak denemelere sınır ve yasak getirilmesine ilişkin çalışmalar başladı. 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT); 1972’de de iki tarafın birbirini yok etmesini, dolayısıyla da tetiğe basılmamasını bir ölçüde kalıcı hale getiren ABM Antlaşması imzalandı.
NPT ile nükleer silah sahibi olmayan ülkeler nükleer silah edinmeyecekleri taahhüdünde bulunurken, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan beş devlet zaman içinde ellerindeki nükleer silahlardan kurtulacaklarını beyan ettiler. Daha sonra bu beş ülkenin, özellikle de ikisinin nükleer silahlarının sayısında indirime gittiklerini (SALT I, START I ve II, Prag Antlaşması gibi) gördük. NPT de günümüze değin işledi, işlevini yerine getirdi.
İran bir ara gizli saklı nükleer zenginleştirme ve silah yapımında kullanılacak malzeme üretme, nükleer bombayı taşıyabilecek füzeler geliştirme denemesinde bulundu. Ancak Kuzey Kore gibi NPT rejiminin dışına çıkmaya ya da İsrail gibi hiç dahil olmamaya kalkmadı. Zaten 14 Temmuz 2015’de de uzun müzakerelerin neticesinden nükleer zenginleştirme programından ülkesine konan ambargoların hafifletilmesi karşılığında vazgeçti.
Donald Trump’ın Başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra ABD İran ile varılan ve kısaltması (JCPOA) bile uzun olan 2015 mutabakatından çıkacağını, İran’a yeniden ambargo uygulayacağını, bu kararına uymayan şirket ve ülkeleri de cezalandıracağını açıkladı. Bu hukuk, mantık ve siyaset dışı açıklamanın ilk fazının hayata geçmesi de Hiroşima’ya bombanın atılmasından tam 73 yıl sonraya rastladı.
AB, Rusya ve Çin ABD’n in kararına ve uygulamasına tepki gösterdi ama bazı Avrupalı şirketler şimdiden İran pazarından çekileceklerini açıkladılar. Trump’ın politikası İran’ı daha geniş kapsamlı, İsrail ile Suudi Arabistan’ın endişelerini giderecek bir yöne sevk eder mi kestirebilmek güç. Fakat bu sorunun AB ile ABD arasındaki duygusal ve siyasi mesafeyi daha fazla açacağı kesin.
Kesin olan bir başka şey de ABD baskısının arzuladığı amaca ulaşamaması halinde (ki bu çok kuvvetli bir olasılık), İran’ın 2015 mutabakatının getirdiği sınırlamalardan kurtulacağı ve çok daha büyük hızla nükleer silah sahibi olup, Kuzey Kore gibi bir başka düzeyde ve çok daha güçlü bir şekilde Amerika ile pazarlığa oturacağı. Tabii ki bölgenin nükleerleşmesi, Türkiye’nin de çift anahtarlı sistemden caydırıcılığını koruyacak bir başka sisteme geçmek isteyebileceği de olasılıklar arasında…