Endişeye gerek yok Türkiye’nin ekseni değişmez
24 Haziran’da seçime gidiyoruz, sandıktan çıkacak sonuçlar aynı zamanda Türkiye demokrasisinin geleceği açısından hayati bir öneme sahip. Şunu hemen belirtmekte yarar var, kim cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin Türkiye’nin istikameti hiçbir şekilde değişmeyecektir.
Biliyoruz ki son dönemde bölgemizde yaşanan kaotik süreçler ve terörle mücadele kapsamında yürütülen mücadelede Türkiye’nin bölgesel aktörlerle sıkı ilişkiler içinde olması “Türkiye Batı ekseninden koparak Rusya ve İran’ın da içinde olduğu yeni bir ittifaka mı dahil oluyor” şeklindeki endişeleri de beraberinde getirdi.
Mevcut şartlar muvacehesinde bakıldığında bu siyasal atraksiyonların, hatta zaman zaman kırılmaların sahada reel bir karşılığı olduğu muhakkak. Zira stratejik müttefikimiz Amerika, terör bağlamında en hassas olduğumuz YPG’ye destek vererek bizi yalnız bırakmıştır. Aynı şekilde Avrupa’nın da çok duyarlı davrandığı söylenemez. Buna karşılık Afrin harekatını Rusya’nın yardımıyla gerçekleştirebildiğimiz de bir vakıa. Ayrıca, Türkiye-Rusya ilişkilerinin pozitif bir düzlemde sürmesi iki ülkenin de yararınadır.
Hal böyleyken, Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin basiretsizliklerine kızıp Avrasya ekseninde yer alması jeopolitik gerçekler açısından izahı mümkün bir durum değildir. Zaten ABD öncülüğünde İngiltere ve Fransa’nın Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği operasyon, Rusya ve İran’ın yer aldığı masanın çok da güvenli bir masa olmadığını ortaya koymuştur.
***
Ayrıca yaşanan tarihi tecrübeler göstermiştir ki, Türkiye’nin Atlantik ittifakında yer alması Rus tehdidinin bir sonucudur. Yani Rusya ile muhtemel bir ittifak sanıldığı gibi Türkiye’nin tarihsel ve jeopolitik DNA’sıyla uyuşan doğru bir ortaklık değildir. Bu çerçevede, Türkiye son operasyona cumhurbaşkanı düzeyinde destek vererek Batı ittifakı içindeki yerini bir kez daha teyit etmiş oldu.
Evet, tarihin değişik dönemlerinde Batı bloğunun da bize arzu edilen düzeyde dostluk gösterdiği söylenemez. Ama buna rağmen Avrupa’nın stratejik çıkarları, geçmişte Türkiye’ye yönelik Rus yayılmacılığının önündeki en büyük engel olmuştur. Unutmayalım ki Batı ittifakının dışında kalan yalnız bir Türkiye, her zaman Rusya’nın iştahını kabartacak bir Türkiye demektir. Doğrusu, Rusya’ya mecbur kalmış bir Türkiye’yi düşünmek bile kabus görmek için yeterlidir diye düşünüyorum.
***
Bununla birlikte Rusya ile siyasi ve ekonomik alandaki dostluğumuzu geliştirmenin ve ilişkilerimizi zenginleştirmenin bir gereklilik olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 12 Nisan’da yaptığı konuşmadaki şu ifadeleri ‘eksen kayması’ tartışmalarına açıklık getirmesi açısından son derece önemli bir değerlendirmedir: “Ne Amerika ile olan müttefikliğimizden, ne Rusya ile enerjiden güvenliğe kadar geniş bir alanda kurduğumuz stratejik ilişkilerimizden, ne de İran ile bölge sorunlarının çözümünde birlikte çalışmaktan vazgeçmek gibi bir niyetimiz yoktur. Bizim Rusya, Çin, İran gibi ülkelerle kurduğumuz ilişkiler Batı ile olan ilişkilerimizin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.”
İster tarihsel perspektiften bakalım, isterse günümüzün küresel parametreleriyle değerlendirelim Türkiye’nin ekonomik ve siyasal çıkarlarının mecburi istikameti Batı eksenidir. Osmanlı’da da, Cumhuriyet döneminde de yaşanan bütün krizlere ve anlaşmazlıklara rağmen istikamet hep aynı olmuştur. Düşünün ki dünya ekonomisi içinde İngiliz hegemonyasının doruğa çıktığı 1840-1873’lü yıllarda bile inişli çıkışlı olmakla birlikte Osmanlı’nın ticari ilişkileri özellikle İngiltere, Fransa ve Avusturya ile devam etmiştir.
“Osmanlı ekonomisinde bağımlılık ve büyüme” adlı eserinde dış borçlar dışında kalan yatırımların iki alt dönemde yoğunlaştığını belirten Şevket Pamuk, o dönemdeki ekonomik ilişkileri şöyle değerlendiriyor: “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en büyük dolaysız yabancı yatırım dalgası 1888-1896 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Bu dokuz yıllık sürede dolaysız yatırımlar için giren yabancı sermaye 30 milyon sterlini aşmaktadır. Bu miktar 1914’e kadar dolaysız yatırımlar için giren tüm yabancı sermayenin yüzde 40’ını oluşturmaktaydı ve bu yatırımların büyük bir bölümü demiryollarına yönelmiştir.”
Bu da göstermektedir ki ekonomik ve siyasi alanda Avrupa ile zaman zaman derin krizler yaşayan, dahası kapitülasyonlara maruz kalan Osmanlı’nın en önemli partneri yine Avrupa olmuştur. Bugün de Türkiye’nin ticaret hacminin yüzde 60’ları aşan bölümünü Avrupa ülkeleri oluşturmaktadır.
Dolaysıyla Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin öneminden bahsetmeyi ‘Batı hayranlığı’ ya da ‘müstemlekecilik’ şablonuyla izah etmek mümkün değildir. Elbette kolaycılığa kaçıp, her şeyi hamasetle izah ederek kendinizi mutlu hissedebilirsiniz ama dünya gerçeklerini değiştiremezsiniz.