Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan (3)

Bir “Dış Türkler” vaka analizi olarak bu yazıda Halep Türklerine değineceğiz.

Elimizde kesin bir sayı olmamakla birlikte, 1927 nüfus sayımına göre 13,6 milyonluk Türkiye nüfusunun dörtte birinin, Yunanistan’dan mübadeleyle gelenler dâhil Balkan ve beşte birinin de Kafkaslar ve Asya’nın diğer bölgelerinden gelen göçmenler olabileceği tahmin ediliyor.

Görüldüğü gibi hem Cumhuriyetten önce hem de sonra göçmenler ve göçmenlerin yerleştirilmesi konusunda Türkiye, acı ve yorucu da olsa epey tecrübe biriktirmiş bir ülkedir.

İlhak edilen Hatay ve Bağımsızlığına kavuşturulan Kıbrıs’ın durumu edinilen bu tecrübeleri daha ileri aşamalara taşımış olmalı.

Acaba Türkiye devleti ve Toplumu, bugün Suriyeli diye anılan Halepli Türklere yönelik politika ve tutumlarda bu tecrübelerden yararlandı mı?

HALEPLİLER

1893 nüfus sayımına göre Halep şehir merkezindeki bazı mahalle ve semt isimleri: Akyol, Anter, Bendere, Burçlar, Çukur Kastel, Çukurcak, Elmacı, Göllüce, Hacılar, Hamza Bey, Han-ı Sebil, Harab Hanı, İbni Mar’aşî, Kadıasker, Kara Resul, Karlık, Kavansa, Makam-ı Halil, Melendî, Muhammed Bey, Nûhiye, Oğul Bey, Saçlı Hân-ı Fevkânî, Saçlı Hân-ı Tahtanî, Safsafa Sahtîn, Ali Şeri’atlu, Şeyh Yaprak ve Tatarlar Harabı. (Not: Adı Arapça olan mahalleler de var fakat konumuz değil)

Bütün araştırmalarıma rağmen 1893 nüfus sayımında Müslümanların kökeni/etnik yapısı hakkında tahminlerin ötesinde bir bilgiye ulaşamadım.

Osmanlı Meclisi Mebusan’ı Haleplileri, şüphesiz bir şekilde Türk olarak kabul ediyordu.

Mustafa Kemal de, “Halepliler, Arapça konuşan Türklerdir” demiş ve Halep’ten çekilirken Halep Kuvayı Milliye hareketini bizzat kurup, silahlandırmıştı.

Bu Kuvayımilliye teşkilatı, işgalci Fransızlara karşı her isyan ve kalkışmanın içinde olmuştur. Türkiye’nin, bu Kuvayımilliye gruplarıyla ilişkisini çok uzun yıllar sürdürmüş fakat Baas’ın “demir yumruğu” ve “demirperde”si bu grupla Türkiye arasındaki ilişkilerin sessizliğe gömülmesine sebep olmuştur.

BİR YUDUM ÖZGÜRLÜK İÇİN

Gün geldi devran döndü, dünya bir daha çalkalandı ve “Arap Baharı” denilen dönem kapıyı çalınca, “Hatay benzeri bir özgürleşme döneminin” geldiği yanılgısına kapılan Halepliler, ayaklandı ve seslerini yükselttiler.

Hiçbir şey Haleplilerin umduğu gibi gitmedi çünkü dünyanın bütün terör ve istihbarat örgütleri ve Suriye hükümeti ve Amerika (İngiltere ve Fransa dâhil IŞID’a karşı kurulan onlarca koalisyon ülkesi) ve Rusya ve İran (hem ordusuyla hem de Afganistan ve Pakistan’dan getirdiği Şii milislerle birlikte) ve Hizbullah tarafından adeta bir soykırıma maruz kaldılar.

Bu ölçüsüz ve acımasız faturaya maruz kalan Halepliler bu kalkışmanın cezasını hala ödemeye devam ediyorlar.

Bu saldırılardan kurtulanlardan bazıları da Türkiye’ye sığındı.

Türkler de çoktan unuttukları kardeşleri Haleplilere, insanoğlunun genlerinde var olan koruma ve dayanışma saikiyle elinden gelen her yardımı yapmaya çalıştı. Hakkaniyetli olmak gerekirse toplumun çoğunluğu, ilk yıllarda Haleplileri, devletten daha iyi benimsedi, kucakladı ve ortak hayata kattı.

Fakat Hükümet, edebiyatını yaptığı Ensar-Muhacir söylemindeki Ensar’lık görevlerini asla yerine getirmedi.

Hükümet “Muhacirler”le ilgili her karar ve tedbirde, söylem gereği, Allah’ın rızasını gözetmesi gerekirken, yüz kızartıcı bir şekilde “seçim başarısını gözetme” odaklı oldu.

Seçimlerde kullandıkları “gidecekler”, “göndereceğiz” gibi halkı tahrik eden söylemler yetmezmiş gibi bir süre sonra Hükümet, Haleplileri, Avrupa Birliğinden “para koparma” pazarlıklarında da bir “pazarlık kozu” olarak kullanmaya başladı.

Göçmenlere “40 Milyar dolar harcadık” sözleri Avrupalılarda bir etki yarattı mı bilinmez fakat vatandaşlarda “bizim hakkımız Suriyelilere veriliyor” algısı oluşturduğu için infial yarattı.

Yurtiçinde de bazı siyasiler konuyu daha ilk günden örtük bir alevi-sünni çatışmasına dönüştürmek istedi.

Hiç beklenmedik bir şekilde, kendilerine Türkçü diyen bazı odaklar da, siyasi kazanımlar elde etmek arzusuyla Haleplileri, ötekileştirip alenen saldırdı.

Hükümetin ihmalkârlık, acemilik ve kurnazlık kokan politikaları kısa sürede ters tepti.

HALEP DE BİR HATAY OLABİLİR MİYDİ?

Devletin yapabileceği çok şey vardı, belki hala var:

Türkiye, Halep dâhil, Halep’in kuzeyindeki toprakları hızla koruması altına alıp Kuzey Kıbrıs tipi bağımsız bir Halep devleti kurdurabilirdi.

Bu mümkün değilse, hiç olmazsa Haleplilerin kendi kendilerini yönetebilecekleri otonom bir yönetim oluşturabilirdi.

Gelecekte, Haleplilerin, diğer Suriye vatandaşlarıyla tekrar tek bir devlet çatısı altında birleşmeleri tercih edildiğinde; Türkiye’ye sığınmış veya Kuzey Suriye’de koruma altına alınmış kişilerin Suriye’nin eğitimli, yetenekli ve sermaye sahibi zümreleri olmaları sağlanabilirdi.

Bunun için de mesela, Türkiye’de iş bulabilecek yetenekte olan ve iş bulabilen herkese “resmi çalışma izni” verilebilir ve/veya Kuzey Suriye’de işyeri kurmak isteyenler teşvik edilebilirdi.

Halepli çocuklara iyi bir eğitim için pek çok imkân seferber edilebilirdi.

Batı ülkelerine geçmeyi tercih etmek isteyen Haleplilere, BM’yle birlikte çalışarak yardımcı olunabilirdi, vs. vs.

Velhasıl, Misak-ı Milli sınırları için savaştığı halde yurtları ve aileleri Türkiye dışında kalmış şehitlerin ahfadı olan Haleplilerle sahip olunan nimetler paylaşılabilirdi.

Olmadı. Olamadı.

HALEPLİLERİ DAHA İYİ GÜNLER BEKLEMİYOR

Dünyanın en liberal toplumları bile artık “yabancı düşmanlığı ve içe kapanma” olgusuyla yüz yüze kalıp hiç arzu etmedikleri tedbirlere başvuruyorlar; galiba Türkiye de bu gidişattan muaf olamayacak.

Kültürel kodların özünü teşkil eden Müslüman kardeşliği ve Türklük bilincinin, “kendiliğinden ve bir kez daha mültecileri özümseme” sürecinde işe yarayacağı fikri bu defa tutmadı.

Bir fitne yayma platformuna da dönüşebilen sosyal medyanın, Halepliler aleyhine de fitne üretme ve yayma platformu gibi çalışması, ek olumsuzluklar üretti ve üretiyor.

Zaten Halepliler ve Suriye konusunda devlet askeri, siyasi ve diplomatik alanda başarısız olduğunu son zamanlardaki açılımlarıyla adeta itiraf ediyor.

Bu başarısızlıklardan daha kötüsü, tarih bilinci yoksunluğu ve toplumsal psikoloji alanının ihmal edilmesidir; hükümet, akraba misafirlerini adeta “kendi halkına linç ettirme” durumuna düşmüştür.

Öyle anlaşılıyor ki Devlet ve Toplum, Yurtdışı Akraba Topluluklara “yardım” etmek konusunda henüz “dört başı mamur” net cevaplar oluşturacak bir yetkinliğe ulaşamamış.

YORUMLAR (44)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
44 Yorum