Yerli ve millî yılbaşı mümkün mü?
Avrupa kökenli yılbaşına yerli ve milli alternatif arayanlar yalnızca 31 Aralık’ta “Mekke’nin fethi”ni kutlayan veya 14 asırdan sonra “hicri yılbaşı kutlaması” icat eden dindarlarımız değil. Milliyetçilerimiz de “Türk’ün öz yılbaşı” olan Nar Tugan’ı keşfetmiş bulunuyorlar.
İşittiğimiz kadarıyla Bodrum’da bir grup yıllardır “Nardugan” kutlamaları yapıyordu. Geçen gün bir okuyucumuzun epostasından öğrendim ki Kayseri’de de 2012’den bu yana kutlanıyormuş “Türklerin yeni yıl bayramı”. Elbette bu türden etkinliklerin kitlesel olarak, hatta geniş bir katılımla gerçekleştiğini sanmıyorum. Ancak yine de bunlar birtakım toplumsal arayışların ifadesi olması bakımından önem taşıyor.
Bir önceki yazıda da açıklamaya çalıştığım üzere, birçok farklı kültürde farklı adlar altında ve farklı dini anlamlar yüklenerek kutlanan bayramların tamamına yakınının kökeninde insanların eski çağlardan bu yana bahar mevsiminin başlaması veya kışın bitmesiyle ilgili tasavvurları vardır.
Paskalya, Nevruz, Hıdrellez veya Aziz Yorgi Günü… Hepsi üç aşağı beş yukarı İlkbahar Ekinoksuna denk gelen günlerde kutlanan bayramlar. Hayvancılıkla uğraşan göçebe toplumlar için de tarım yapan yerleşik toplumlar için de tabiatın uykuya yattığı kış mevsiminin sona erip çayırların, çimenlerin canlanması, bütün hayvanat ve nebatatın hayat döngüsünde tekrar görünür hale gelmesi kutlanacak ve kutsal varlıklara şükran tezahürlerinin gösterilmesini gerektiren hadiselerdi.
Demek ki işin başında doğa olaylarının insan topluluklarında uyandırdığı ortak veya benzer duygular var, bu olaylar karşısında duyulan coşku ve neşeyi gösterme yollarındaki farkları ise toplumların inanç ve kültür dünyaları belirliyor. Sözgelimi, astronomik anlamda yazın ilk günü sayılan 6 Mayıs’ı Müslüman Türkler Hıdrellez adıyla kutlarken aynı coğrafyadaki Hıristiyanlar komşuları için bu gün Aziz Yorgi Günü’dür.
Dolayısıyla dünyadaki “yaz ve kış mevsimlerinin yaşandığı” bütün bölgelerde insanlar binlerce yıldır yeni bir yıl başladığında bunu kutladıklarına göre başlangıçta Orta Asya’da ve sonra Avrasya’nın geniş coğrafyasında yaşayan Türkî toplulukların da böyle bir gelenekten azade olduğu düşünülemez. Bilhassa bahar festivalini Doğu Türklerinin Nevruz, Batı Türklerinin Hıdrellez adıyla kutladıklarını biliyoruz. Geçmişte ve hatta günümüzde bu bayramlara başka adlar veren ve farklı biçimlerde kutlayan Türk toplulukları da var elbette. Bu cümleden olmak üzere Roux şu bilgiyi veriyor: “İlkbahar bayramı Müslüman Kazak-Kırgızlarda ‘kımız murunduk’ adıyla son yıllara kadar mayıs ayında yapılırdı. Başkurt kadınları ilkbaharı, erkekleri karıştırmadan, ‘karga toy’ adıyle kutlarlardı.” (Jean-Paul Roux, “Türklerin Ve Moğolların Eski Dini”, Çev. Aykut Kazancıgil, Kabalcı Yay., 2011)
***
Gelelim “yeniden keşfedilen” Nardugan Bayramı’na… Dediklerine göre bu bir “kış dönümü” şenliği. Yılın en uzun gecesinin geride bırakılıp günlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta kutlanıyor. Tıpkı Avrupa paganlarının eski kış festivallerinin vaftiz edilmiş hali Noel gibi. Diğer adı Çam Bayramı olan bu günde kutsal Akçaçam ağaçları süslenir ve altında eğlenceler düzenlenirmiş. Noel çamı gibi yani. Eski Türklerdeki bu geleneğin Avrupa’daki Noel ve yılbaşı kutlamalarına ilham vermiş olduğu da iddia ediliyormuş.
İnternette araştırdığımda bulduğum bilgiler bunlar. Onun dışında Nardugan günü hakkında bilinen ciddi kaynaklarda bir malumata rastlamadım. İnternette araştırma yaptığınızda her yerde Murad Adji’nin kitabından alıntılar görüyorsunuz. Başka da “matbu” bir kaynağa referans yok zaten. Yazarın Türkçeye çevrilen kitaplarından birini merak edip almıştım ama sayfalarını şöyle bir karıştırdığımda içeriğini bir parça spekülatif bulduğum için okumadan bırakmıştım. Dün akşam tekrar açıp baktım. Kumuk asıllı Türkolog şunu yazmış: “Çam bayramı kışın tam ortasında, 25 Aralık’ta başlıyordu. Bu tarihte gün geceyi yeniyordu ve güneş yeryüzünü eskisinden daha fazla aydınlatıyordu. İnsanlar Ülgen’e dua ediyor ve iade edilen güneş için teşekkür ediyorlardı. Dualarının kabul edilmesi için de Ülgen’in çok sevdiği bir çam ağacını süslüyorlardı. Eve getirdikleri çam ağacının dallarına parlak renkli, kurdela benzeri bezler bağlıyorlardı ve yanına da hediyeler yerleştiriyorlardı.” (Murad Adji, “Kıpçaklar”, Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2002, sh. 47)
Burada anlatılanların Noel kutlamasıyla benzerliği çok dikkat çekici elbette. Diğer yandan, bugünkü Noel ve yılbaşı motiflerinin esasen İskandinav kökenli olduğu düşünülürse ve İskandinavlarla eski Türk kavimlerinin uzun boylu ilişkileri hatırlanırsa ve iki kültür arasındaki etkileşim hesap edilirse bundan bir mana ve sonuç çıkarmak mümkün. Ama ne yazık ki yazar bu bilgilerin kaynağına ilişkin bir bilgi vermiyor ve bütün akıl yürütmelerimiz havada kalıyor!
Yazarımız ayrıca “Rusların Noel Baba’sı” olan Ded Moroz’un Türklerdeki adının “Ayaz Ata” olduğunu, bazı Türk kavimlerinin halihazırda kutladıkları kış bayramının da bu adı taşıdığını, yani onun da Türk kökenli olduğunu varsayıyor. Bunları okuyanlar da “Meğer Avrupalılar Noel Baba’yı da bizden çalmışlar” diye yorum yapıyor. Oysa bunun tam tersinin geçerli olmadığını ispatlayacak delillere ihtiyaç olduğu ortada. Sahanın uzmanı olmadığım için daha fazla bir şey söyleyecek durumda değilim. Umarım uzmanlar bu konuda bizi aydınlatıcı yayınlar yaparlar.