Yargıya önce hukuk lazım
Ülkelerin iktisadi ve sosyal gelişmelerindeki eşitsizlik yüzlerce yıldır yüzlerce düşünürün çözmeye uğraştıkları bir problem. Mesela, birkaç asır önce Avrupa’nın kuzeybatısında görülen iktisadi gelişme neden aynı kıtanın doğusunda görülemedi? Ondan daha önce Ortadoğu bölgesinde yaşanan iktisadi ve kültürel gelişme sırasında ise aynı Avrupa neden “karanlık ortaçağı” yaşıyordu? Bugün Kuzey Amerika’daki iktisadi, kültürel, sosyal gelişmişliğe nazaran aynı kıtanın güneyindeki ülkelerde niçin açlık, sefalet, kötü yönetim, yolsuzluk, hukuksuzluk hüküm sürüyor?
Bu soruların cevabını bulmak yolunda ortaya atılmış birçok açıklama modeli var. (Bu konuda orijinal tezler ileri sürmüş bilim adamlarının belli başlılarının yazdıklarının ayrıntılı ve doyurucu değerlendirmeleri Prof. İskender Öksüz’ün -aynı zamanda üslup şaheseri olan- “Niçin” adlı eserinde bulunabilir. İlgilisine öneririm.)
Jared Diamond hemen herkesin okuduğunu zannettiğim Tüfek Mikrop ve Çelik kitabında medeni gelişmenin neden öncelikle Avrasya bölgesinde yaşandığını; niçin Okyanusya, Avustralya ve Amerika kıtalarındaki insan topluluklarının aynı gelişmeyi gösteremediklerini sorgulayarak özetle coğrafyanın belirleyici olduğu sonucuna varır. Ian Morris’in yine çok okunan Neden Batı Hükmediyor kitabında ise doğu ve batı toplumlarının gelişme çizgileri arasındaki paralellikler ve farklılaşmalar kültür ve coğrafyanın etkileşimiyle açıklanır.
Kariyerini ABD’de sürdüren dünyaca ünlü ekonomi bilginimiz Daron Acemoğlu’nun İngiliz meslektaşı James A. Robinson ile birlikte kaleme aldığı Why Nations Fail (Niçin [Bazı] Milletler Başaramaz) kitabında ise aynı mesele çok başka bir açıdan ele alınıyor. Yazarlar milletlerin başarılı olup olmamasını coğrafyanın ve kültürün belirleyiciliğinden ziyade toplumların “kapsayıcı” kurumsal yapılar oluşturabilme kabiliyetine sahip olup olmamasına bağlıyorlar. Buna göre toplumun bütününü kapsayıcı nitelikte ekonomik ve siyasi kurumlara sahip olan milletler başarıyor, kurumları kapsayıcı olmayan milletler ise başaramıyor.
Gerçi iktisadi ve sosyal gelişmede kurumların rolü konusu başka bilim adamlarının ve düşünürlerin de dikkat çektikleri bir boyut; ama Acemoğlu’nun “kapsayıcı kurum-dışlayıcı kurum” kavramlaştırması bana sorarsanız son derece kullanışlı bir açıklama modelinin kapısını açıyor. Kurum derken de eğitim kurumu, yargı kurumu, güvenlik kurumu gibi kurumlar kastediliyor. Bu kurumların siyasi etkilerden uzak faaliyet gösterebilmeleri halinde toplumda eşitlik, barış ve düzen temin edilebilir. Böylesi toplumlar da iktisadi ve kültürel gelişmelerini gerçekleştirebilirler. Aksi takdirde sömürü, baskı, yolsuzluk alır başını gider. Kuzey Amerika toplumları ile Güney Amerika toplumları arasındaki fark buradan kaynaklanıyor Acemoğlu’na göre…
Yani “hukukun üstünlüğü” diye ne olduğu düşünülmeden tekrarlanıp durulan kavram aslında her şeyin temeli. “Hukuk kurumu” bu anlamda “yargı kurumu”nun üzerinde tutulmak durumunda.
Buna karşılık, günümüz Türkiye’sinde yargı kurumuna ilişkin siyasi tartışmaları düşününce ister istemez hayıflanıyor insan ve büyük meselelerimizin arkasında yatan asıl meseleye dair bir sorgulamaya ihtiyaç hissediyor. Asıl mesele günlük çıkarlar için, hatta bazen kişisel çıkarlar için ülkenin uzun vadeli çıkarlarını riske atmaktan geri durmayan yaklaşımlar. Bu modelde bazı kişiler veya bazı zümreler kısa vadeli olarak kazanç sağlıyor ama bu küçük kazançlar bilahare ülkenin büyük kayıplarına dönüşüyor. İşte buna izin vermemek lazım. Yargı kurumunun geçmişte parti kapatmalar ve 367 kararlarıyla, sonra “Paralel Yetkili Mahkemeler” eliyle siyasete payanda yapılıp zedelenen itibarını artık onarmak lazım. Yargının bağımsızlığının, hukukun üstünlüğünün bu ülkenin geleceğinin teminatı olduğunu anlamak lazım. Bunun için de yargının hukukla bağını demokrasi sigortasına kaydetmek lazım.
Demek ki ülkemiz için Güney Amerika modelini değil, Kuzey Amerika modelini tercih etmemiz lazım.