Türkiye’nin hangi değerini ihraç edelim?
CUMARTESİ YAZILARI
Soft power siyaseti konusuna devam edelim demiştik, edelim… Geçenlerde muhafazakâr eğilimli İngiliz gazetesi The Times’da bir haber gözüme ilişti: Büyük Britanya’nın en önemli soft power üretici kurumlarından British Council’a devletçe sağlanan mali destekte kısıtlamaya gidiliyormuş. Kurumun uluslararası operasyonlarının bir bölümüne, daha doğrusu gelişmiş ülkelerdeki faaliyetine son verilecekmiş. The Times tam da Brexit öncesinde böyle bir kararın alınmış olmasını eleştiriyor. Çünkü British Council’ın gelişmiş ülkelerdeki faaliyeti en fazla Brexit’ten sonra, yani kıta Avrupası’yla ilişkilerin yeniden tanzimi sürecinde işe yarayacakken bu imkânın ortadan kaldırılması pek rasyonel görünmüyor. Ama bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun yönetiminde bugün milli menfaatlerden ziyade sandık duyarlığını önemseyen bir siyasetçi zümresi var. Toplumdaki AB memnuniyetsizliğini kullanıp Brexit dalgası üzerinde sörf yaparak oy toplayan popülist politikacıların yönetimde olduğu bir devirde böyle şeylerin olması çok anormal değil.
British Council’la ilgili bütçe kısıtlamaları yalnızca uluslararası faaliyetlerin bir bölümünün sürdürülmemesini değil, Londra’nın merkezindeki The Mall’da yer alan görkemli kurum binasının terkedilip şehrin doğusunda kirası daha ucuz bir binaya taşınmayı da gerektiriyor. Bilhassa muhafazakâr İngilizler için utanç verici bir durum ama bizim konumuz meselenin bu yanı değil şimdilik.
***
British Council yaklaşık 80 yıldır faaliyet gösteriyor. Bir yanda Sovyet Sosyalizminin diğer yanda Nazizm’in ve faşizmin liberal-demokratik değerleri ve tabii İngiltere’nin bölgesel/global etki gücünü tehdit etmeye başladığı 1930’larda Londra’nın politik refleksiyle ortaya çıkmış. İlk denizaşırı şubesini Kahire’de 1938’de açmış. Türkiye şubesinin açılış tarihi 1940. Bugün 100’den fazla ülkede faaliyeti var.
Kurumun internet sitesinde “Dünya üzerinde yılda 20 milyon kişiye yüz yüze, 500 milyondan fazla kişiye de yayınlarımız aracılığıyla ulaşıyoruz” deniliyor. Faaliyet alanının büyük bölümünü dil eğitiminin oluşturduğu bu organizasyon esas olarak değer ihracatı yapıyor ve karşılığında Britanya dostluğu ithal ediyor. The Times’daki makalede ilginç bir anekdot da vardı: British Council’ın doğu Avrupa ülkelerinde açtığı İngilizce kurslarına devam etmiş ve bu yolla aynı zamanda kültür ve değer eğitimi de almış olan -mesela Vaclav Havel gibi- kişiler Demir Perde’nin yıkılmasından sonra ülkelerinde Batı yanlısı-demokratik yönetimlerin oluşmasında etkili oldular… Yani boşa para harcanmıyor demeye getiriyorlar.
Elbette bu sektörde İngilizler yalnız değiller. Hatta önceki yazımızda sözünü ettiğimiz yıllık soft power endeksinde İngiltere beklenenin aksine her zaman birinci sırada yer almıyor. Geçen yılki listede ABD, bu yılkinde Fransa ilk sırada. Almanlar da hemen her yıl listenin tepesinde bir yerlerde oluyor. İngiliz Milletler Topluluğu üyeleri Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda’nın müstakil olarak ve yine listenin üst sıralarında olduklarını kaydedelim…
British Council’ın 100’ün üzerinde ülkede faaliyet gösterdiğini söylemiştik. Kurumun Alman muadili Goethe-Institut 98 ülkede, Çinlilerin Konfüçyüs Enstitütüsü 50 ülkede, Kore Kültür Merkezi 28 ülkede, İspanyolların Instituto Cervantes’i 20 ülkede faaliyette bulunuyor. Alman dilinin diğer bir temsilcisi Avusturya Kültür Ofisi’nin (Österreichisches Kulturforum) de 30 ülkede şubesi var.
***
Yukarıda adı geçen kuruluşların bizdeki muadili olan Yunus Emre Enstitüsü’nün 40 ülkede kültür merkezi bulunuyor ki sayı bu sayı henüz 10 yaşında olan bir kurum için hiç de fena değil.
Bu alanda faaliyet gösteren diğer kuruluşlarımız da pozitif bilançolara sahip. 1990’lı yıllarda Sovyetlerin yıkılmasının ardından oluşan boşluğu değerlendirmek üzere alelacele kurulmuş olmasına rağmen TİKA gerçekten de ciddi bir boşluğu doldurdu. Türk dünyasının UNESCO’su olarak tasarlanan TÜRKSOY fazla geliştirilemedi ama stratejik anlamda çok iyi bir projeydi. Keza başta Kızılay olmak üzere resmi ve yarı resmi kuruluşların yanı sıra uluslararası arenada soft power oluşturulması yolunda belli ölçüde iş gören çok sayıda sivil toplum örgütümüz de var. Hem kültür sanat alanında hem de hayır işlerinde dernek ve vakıf faaliyetleri küçümsenmemeli.
Bu olumlu bir tablo. Ama buna rağmen yukarıda adı anılan ülkelerle aynı ligte yer almadığımız da realite. Ne olursa olsun elimizdeki asetlerin kıymetinin karşılığı 30 kişilik listede otuzunculuk olmamalı. Bundan çok daha önemlisi ise bütün bu asetlerin hangi politikalar adına kullanılacağı... Daha doğrusu, Türkiye’nin ihraç edeceği “değer”lerin tayini…
***
Bir anekdotla bitireyim: Öğrencilik devirlerimde yani 1980’li yıllarda İstanbul’da devam ettiğim üç yabancı kültür merkezi vardı. British Council’a hiç ayak basmadım, çünkü dil eğitimi dışında bir şey sunmuyordu. Lise öğrencisiyken Odakule’deki Alman Kütüphanesi’ne, üniversite yıllarımda Tepebaşındaki konsolosluk binasında bulunan Amerikan Kütüphanesi’ne sıkça uğrardım. Her ikisi de olabildiğince zengin kitaplıklardı ve ülkelerinin kültürel değerlerini politik-ideolojik hiçbir ayrım yapmadan sunuyorlardı. O zamanki Batı Almanya’nın kütüphanesinde Doğu Alman/komünist yazarların kitapları da bulunuyordu. Üstelik hem Almancaları hem de Türkçe çevirileri. Amerikan Kütüphanesi’nde de durum aynıydı ve ben o günkü aklımla buna pek anlam veremiyordum!
Amerikan Kütüphanesi’ne üyelik de yaptırmıştım, yanlış hatırlamıyorsam haftada beş kitap alıp evde okuyabiliyordunuz. İnternetin olmadığı ve birçok eserin henüz dilimize çevrilmemiş olduğu o günlerde Pound’un, Cummings’in, Ginsberg’ün şiirlerini yahut Faulkner’ın, Dos Passos’un, Pynchon’ın romanlarını bulup okumak büyük bir imkandı.
Lise öğrenciliğim zamanında Gümüşsuyu’ndaki konsolosluk binasında yer alan Libya Kültür Merkezi’nin kütüphanesine de üyelik yaptırdım ve oradan da kitaplar alıp okudum. Ama oradan alıp okuduğum kitaplar Orhan Kemal, Aziz Nesin gibi yazarların kitaplarıydı. Çünkü Arap şairlerinin, romancılarının eserleri bulunmuyordu orada. Bu da ilginç bir ayrıntı olsa gerek…