Trump’ı durdurmanın yolu
Washington’dan gelen haberler değil, bizim o haberleri ağzımız açık dinlememiz tuhaf aslında. Çünkü ABD’nin yeni başkanı Trump’ın bütün dünyanın üzerine adeta bir kâbus gibi çökeceği belliydi. Müslümanları ülkeye sokmayacağını, Meksika sınırına duvar öreceğini, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını, yurtdışında üretim yapan firmaların fabrikalarını ABD’ye getirmeye zorlayacağını, içeride de yabancıların değil Amerikan vatandaşlarının çalıştırılmasını sağlayacağını vs. vs… seçimden önceki uzun kampanya süreci boyunca anlatıp durmuştu. İşin doğrusu, Amerikan halkı da bu vaatlere rağmen değil, tam da bu vaatleri için oy verdi Trump’a.
Elbette Amerikan kamuoyunun dikkate değer bir bölümü bugünlerde uygulamaya konulan politikaları asla onaylamıyor; özellikle “Meksika duvarı” projesi ve başlangıç olarak 7 Müslüman ülkenin vatandaşlarına kapıların kapatılmasıyla ilk adımları atılan “Müslüman yasağı” vicdanlı ve aklı başında insanların tepkisini çekti. Ancak meydanlarda sürdürülen protestoların Trump’a geri adım attırması ne ölçüde mümkün olabilir, kestirilmesi zor.
***
Bu aşamada söz konusu uygulamaları durdurması veya politikalarını değiştirmesi beklenemez tabii. Ancak şimdiden kamuoyu karşısında söz konusu politikaların savunulması sadedinde açıklamalar yapılma gereğinin duyulmuş olması bir ümit ışığı gibi görülebilir. Trump ve sözcüleri seçimden önceki dizginsiz açıklamalarına karşı şimdi nispeten daha ılımlı bir dil kullanmaya gayret ediyorlar. Mesela uygulanan politikanın “Müslüman yasağı” olmadığını söylüyorlar. Bu adlandırmayı seçim kampanyası sırasında bizzat Trump yaptığı halde…
Ama bu kadarcık bir manevranın kıymet-i harbiyesi olduğunu düşünmek için fazla saf veya fazla iyimser olmak gerekir ki zaten ikisi de aynı kapıya çıkar sonuçta. İyimser bir bakışla değerlendirilse dahi görülen tablo en fazla şu: İç ve dış tepkiler yoluyla söz konusu uygulamaların durdurulması değil, olsa olsa bir ölçüde hafifletilmesi mümkün olabilir.
Ne var ki iyimserliğimizi sürdürdüğümüz takdirde şunu da söyleyebiliriz: Bu durum yalnızca bugünle ilgili. Yani şimdiki vaziyetin gelecekte düzeltilmesi mümkün. Peki bu nasıl olacak?
Bunun yolu Trump Amerikasının kendilerine ve dünyaya fayda getirmeyeceğini fark eden güçlerin mümkünse ortak tutum alarak kendi çıkarlarını koruyacak adımlar atmaya başlamaları olabilir. Trump her ne kadar dış politikada içe kapanmayı, ekonomide korumacılığı esas alıyor olsa da Amerikan siyasi aygıtının küresel dünyanın işleyişinden etkilenmemesi düşünülemez. Dolayısıyla çevresine vereceği zarar kadar kendisinin de çevreden zarar görmesi ekonomik ve siyasi olarak imkânsız değil.
İkincisi, Trump yönetiminin özellikle ekonomik politikaları kısa sürede başarı getirmediği takdirde bu politikalardan zarar göreceği belli olan endüstri kesimlerinin atacağı adımlar ve bilhassa Amerikan kamuoyundaki huzursuzluğun durdurulamaması Beyaz Saray’ı yeni başkan için çivili bir yatağa dönüştürebilir.
***
Trump’ın “Müslüman yasağı” ABD ve Avrupa kamuoylarında bile çok sert protestolara yol açmışken İslam dünyasında tepkisizlikle karşılanması düşünülemez. Bugünkü sessizlik esas itibarıyla hükümetlerin temkinli duruşlarına bağlı. Ne olursa olsun ABD hâlâ dünyanın en büyük ve en etkili gücü. Dolayısıyla yeni yönetimle ilk kavgaya tutuşan devlet olmak kimse için tercih edilebilir bir pozisyon değil. Ancak şimdiki sessizliğin sürdürülebilir olmadığı da ortada. En azından Trump yönetimi İslam karşıtı tutumunu çok yakın bir gelecekte değiştirmezse…
Bunun değişmeyeceğini varsaymanın daha mantıklı olduğunu söylemiştim. Üstelik sırada Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma vaadini gerçekleştirme adımı var… Bu durumda İslam dünyasındaki hükümetlerin Trump’ın yanında yer almaları yüksek bedel isteyen siyasi tercihler olur.
Türkiye açısından ise -bunun yanı sıra- yeni ABD yönetiminin getirdiği iki ciddi risk konusu daha var: Trump’ın “döviz ve faiz enstrümanlarını dilediği gibi kullanmaktan çekinmeyeceği ekonomi politikasının da Türkiye açısından olumlu sonuçlar doğurmama ihtimali” olduğunu geçen hafta yazmıştım.
İkinci konu ise Trump’ın Ortadoğu sorunlarına yaklaşımındaki belirsizlik. Mesela, bugünkü KARAR’ın da manşetinde yer aldığı üzere, Washington’ın Suriye için önerdiği “güvenli bölge” projesinin Türkiye’nin daha önce aynı adla ortaya attığı tekliften epeyce farklı olduğu düşünülüyor. Esas itibarıyla PYD’nin kontrolü altındaki sahada özerk bir Kürt bölgesi oluşturulmasının planlandığı yolunda şüpheler var. Trump’ın bu konuyu Erdoğan’la değil de Suudi Kralıyla görüşmeyi tercih etmesi şüpheleri daha da artıran bir husus.
Uzun lafın kısası: Trump Amerikasıyla ilişkiler İslam dünyası ve Türkiye açısından eskisine göre çok daha zor olacak gibi görünüyor.