Toplumun ihtiyacı evet mi hayır mı

Thomas Hobbes’u bilirsiniz... Siyaset felsefesi sahasının en büyük şöhretlerinin başında gelen İngiliz düşünür. Muhtemelen filozofumuzun meşhur ettiği “Homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) sözünü duymuş olanların sayısı kendisinin adını duyanlardan fazladır. Çünkü Hobbes’un bu tespiti pek çoğumuzun insanlıkla ilgili kanaatini ifade eder nitelik taşıyor.

Dolayısıyla Leviathan müellifinin “İnsan doğasında bencillik ve şiddete eğilim vardır; bunun dizginlenmesi ve toplum halinde yaşayabilmemiz için bireylerin güçlü bir otorite adına bazı haklarından ve özgürlüklerinden vaz geçmeleri gerekir” diye kabaca özetlenebilecek teorisi de entelektüeller arasında kolayca karşılık bulmuş ve asırlardır bu sahaya ilişkin literatürün baş köşesine oturtulmuştur. Elbette “insanları kendi başlarına bırakırsanız birbirlerini öldürüp yerler” görüşüne karşı çıkıp insanların “doğal durumlarında” birbirlerinin kurdu olmadığını, devletin mevcut olmadığı kadim zamanlarda da barış ve huzur içinde yaşayabildiklerini ama artık toplumsal düzenin sağlanması için bir siyasi otoriteye ihtiyaç olduğunu söyleyenler de oldu: En başta John Locke ile Jan Jack Rousseau… (Seyredenler hatırlayacaktır, Lost dizisinde bu isimlerdeki iki karakter de aşağı yukarı isimlerini aldıkları filozoflarla benzer dünya görüşlerini yansıtıyorlardı. Tıpkı Hume, Burke, Bakunin vs. karakterleri gibi…)

Bu ikisinin Hobbes ile hemfikir oldukları nokta ise bireylerin bazı haklarından siyasi otorite lehine vazgeçmelerinin bir toplumsal sözleşmeye dayanması gerektiğiydi. Ama siyasi otoritenin yetkilerinin sınırsız olmasını kabul etmiyorlardı tabii. Locke bu bağlamda -bilahare Montesquieu’nun geliştireceği- “kuvvetler ayrılığı” prensibini ortaya atmıştı.

***

Hobbes’u aslında diğerlerinden ayıran şey devletin gerekliliği konusundaki fikrinin gerekçesiydi. Çünkü Hobbes insan doğası konusunda pek iyimser bir görüşe sahip değildi. Ama bunun sebebi kişiliği değildi; neşeli, sportif, yaşamayı seven -ve o günün şartlarında 91 yıl yaşamayı başaran- filozofumuz ne yazık ki ülkesinin çok çalkantılı bir döneminde kafa yormak zorunda kalmıştı toplumsal düzen meselesine.

İngiliz İç Savaşı sırasında Kral ve taraftarları bir yanda, parlamento ve taraftarları diğer yanda yer alıyor, bu arada Kilise ve feodal lordlar da kendi çıkarlarına göre saflarını belirliyorlardı. Taraflar bir türlü yenişemedikleri için bu savaş uzun yıllar devam etti, yüzbinlerce insan öldü ve Britanya adası yaşanmaz hale geldi. Böyle bir ortamda çoğu insan için artık hangi tarafın muzaffer çıkacağının önemi kalmadı. Önemli olan toplumsal kesimler arasındaki çatışmayı önleyecek güçlü bir otoritenin gerekli olduğuydu. Thomas Hobbes’un meramı da temelde bundan ibaretti.

Demek istediğim, Leviathan yazarının siyaset felsefesi yaşadığı günün toplumsal şartlarının ortaya çıkardığı belli bazı ihtiyaçlara dayanıyordu. Felsefe gibi yüce bir uğraştan söz edildiğinde biraz basit gibi görünebilir ama gerçek bu.

***

Yalnızca tarihte siyaset felsefesi alanında çığır açan görüşler geliştirmiş anlı şanlı düşünürlerin ürettiği teorik modeller değil, bizim gibi sıradan vatandaşların siyasi görüşleri de toplumun ihtiyaçlarınca belirleniyor.

Zira siyasi görüşlerimiz toplumsal tasarımlarımızdır. Yani içinde yaşadığımız toplumun nasıl şekillenmesi ve bunun için hangi kuralların geçerli olması gerektiğine ilişkin kabullerimiz… Toplumsal tasarımlarımızın oluşmasında taşıdığımız ve ait olduğumuz kültürün rolü vardır ama esas olarak hissettiğimiz ihtiyaca göre biçimlendiririz toplum görüşümüzü.

Sözgelimi yaşadığımız problemlerin asıl sebebinin aç gözlü kapitalist patronlar olduğunu düşünüyorsak sosyalist bir siyasete meyledebiliriz. Farzımuhal din adamları sınıfının ülkeye zarar verdiğini düşünüyorsak laiklik bayrağının altında toplanabiliriz. İktidar gücünün bölük pörçük aktörlerce bölüşülmesinin devlet mekanizmasının işleyişine engel olduğuna kanaat getirmişsek daha merkeziyetçi bir siyasi yapıya taraftar olabiliriz.

Hasılıkelam, siyasi veya sosyal bir tasarıya evet dememiz için buna önce ihtiyaç hissetmemiz gerekir. Kolayca tahmin edebileceğiniz üzere, gündemdeki referandum konusu bağlamında söylüyorum bunu. Yani önümüzdeki anayasa referandumunda evet veya hayır tercihlerinden hangisi seçmenin kendi zihnindeki toplum tasarımı çerçevesine oturuyorsa onu tercih edecektir.

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum