Tarık Akan’ın siyasi görüşleri
Tarık Akan’la aynı kültürel/politik kampta değildik. Ancak çoğu benzerleri gibi şöhreti ve parası sayesinde hedonist bir hayat sürme imkânı varken varlığını doğru veya yanlış bir davaya adamış olmasının ve kendi anlayışı doğrultusunda ülkesine hizmet etme yolunda gösterdiği fedakârlıkların takdirkârıydım. Özellikle eğitim alanında yaptığı sıra dışı çalışmalardan haberdar olduğum için bunu söylüyorum.
Evet, kendi anlayışıma göre Tarık Akan’ın fikirlerini yanlış buluyordum. Ama o yanlış fikirlerine sadakatini, daha doğrusu bazıları gibi menfaat rüzgârına kapılmayışını, yani her devrin adamı olmaktan uzak duruşunu beğeniyordum. Bu duruşun okuryazar kesimde artık neredeyse istisna haline gelmiş olmasından belki…
***
‘Hangi fikirlerini yanlış buluyordun?’ diye soracaklar olabilir. En başta neredeyse bütün solcu aydınlarımızda müşterek sapma olduğunu düşündüğüm “antidemokratik demokrasi” anlayışını. Yani tepeden inmeciliği, jakobenizmi demokrasi zannetme hatasını… Eski tabirle “halka rağmen halk için” demokrasi dayatmasını… Ama seçim başta olmak üzere demokratik mekanizmalarla değil, “başka yollarla” tesis edilecek bir demokrasi peşinde koşmayı devrimcilik kabul etmeyi… Özetlemek gerekirse epeydir tek başına Cumhuriyet gazetesinin temsil ettiği ideolojik/politik çizgiden söz ediyorum…
Cumhuriyet gazetesinin temsil ettiği toplumsal zümrenin genelinde olduğu gibi Tarık Akan’ın kişisel fikir ve tasavvur dünyasındaki tanrısal piramidin tepesinde de iki sembolik figür vardı: Atatürk ve Nazım Hikmet. İkisini de eşit oranda seviyordu anladığım kadarıyla ama mesele sevgi meselesi değil, her ikisini de ideolojik/politik önderleri olarak görüyordu.
Her bakımdan birbirinin zıddı durumundaki toplumsal ve politik değerlerin temsilcilerini aynı toplumsal ve politik davanın eşit ve ortak sembolü yapmak ancak iyice karışmış bir kafayla olacak bir iş. O nesilden -gerek sağcı gerekse solcu- başka birçok aydınımızda da görülen bu kafa karışıklığı ülkemizin toplumsal değerler tablosundaki karmaşanın ürünü bence.
***
Bizim “fikir” dünyamızda akıldan çok hisler belirleyicidir. Dört köşeli üçgenden bahsetmek gibi bir şey bu ama realite… Türkiye’nin sağcıları gibi solcu aydınlarının da zaafı teorisizlik. Onun için adı sosyalizm olan ama içeriğinde sosyalizm bulunmayan -tıpkı “etsiz köfte” gibi- bir politik programın savunucusu olabiliyorlar. Evlerindeki kondisyon bisikletini elbise askısı olarak kullananlar gibi... Keza liberalizmin ülkemizde hangi maksatlara hizmet için istimal edildiğinden haberi olsa John Locke’ın mezarında ters döneceği şüphesizdir.
Akıl ve mantık yerine heyecan, intikam, nefret, öfke vs. gibi duygular yol gösterdiği için solcularımızın da liberallerimizin de -solcu veya liberal kimliklerini de üzerlerinde taşımaya, nasıl oluyorsa, devam ederken- mesela Atatürkçülükten Apo’culuğa yani millî devlet idealinden etnik milliyetçiliğe kadar birbirinin antitezi durumundaki politik pozisyonlara savrulmaları mümkün olabiliyor.
Rahmetli Tarık Akan o kadar savrulanlardan değildi elbette. Kişiliğini takdir ettiğim ünlü aktörümüzün politik görüşlerine ise kendiliğinden bir mesafemin olduğunu anlatmak sadedinde Türk aydınlarının kafa karışıklığı bahsine sıçradığımız için laf buraya geldi sadece…
Zaten sevgili aktörümüzün fikirleri için değil, o fikirleri savunurken kullandığı dil ve üslup için üzülürdüm ben. Türkiye’nin bir realitesi bu keskinlik, bu şiddet… Keşke tartışmalarda daha yumuşak, daha saygılı, daha anlayışlı olabilse dilimiz.
Ama neyse ki mesleği sayesinde nesillerin hafızasında yer etmiş toplumsal bir figür olarak Tarık Akan zaten politik tutumundan bağımsız olarak toplumun ortak değeri olabilme şansına kavuşmuş bir faniydi. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum.