Suudların tavrına şaşıran var mı?
Trump’ın Kudüs kararı sonrasında olağanüstü olarak İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine katılmayan tek bir ülke vardı: Suudi Arabistan. Bugünkü Riyad yönetiminin hem İsrail ile hem de Trump Amerika’sıyla ilişkilerinin aldığı yeni biçim dolayısıyla ilgililer için sürpriz olmayan bir durum. Ancak 1969’da Kudüs’teki El Aksa Camii’nin Yahudi fanatikler tarafından kundaklanması üzerine kuruluşu gerçekleşmiş olan bu örgüt aslında o günkü Suud yönetiminin stratejik bir siyasi hamlesi olarak doğmuştu.
Daha önce birkaç defa yazmıştım, muazzam petrol gelirinin sağladığı ekonomik imkânlara rağmen bölgedeki siyasi etkisi yok mertebesinde olan Suud, o günlerde Ortadoğu’nun askeri, siyasi ve ideolojik çekim merkezi durumundaki Nasır Mısır’ının -laik ve sosyalist karakterli bir Arap milliyetçiliği fikrine dayanan- “Panarabizm”ine karşı bir nevi “Panislamizm” vizyonuyla ortaya çıktı.
Kudüs’teki saldırının İslam dünyasında uyandırdığı infial, o zamanki adıyla İslâm Konferansı Teşkilâtı’nın kuruluşuna vesile teşkil etti ama aslında Riyad’ın bir süredir uygulamaya koyduğu stratejik hesapların kurumsal dayanağı da bulunmuş oldu. Bir süre sonra Mısır başka sebepler yüzünden rekabet kulvarından çekildi zaten. Derken sahneye İran çıktı. Şii dünyası ayrı bir blok olarak Körfez’deki çıkar çatışmalarının bir tarafına ağırlık koyacaktı. Riyad’a ise Sünni dünyanın liderliğine oynama şansı kalmıştı. Ancak bölgedeki Arap toplumlarının bütünündeki toplumsal duyarlıklarla -artık- örtüşmeyen Suud çizgisi giderek mevzi kaybetme sürecine girdi.
Arap sokağını temsil eden İhvan hareketi bölge toplumlarındaki çağdışı zorba rejimlere karşı duyulan memnuniyetsizlik rüzgarını arkasına almış, diğer yanda ise AK Parti iktidarının ilk yıllarında hem Müslüman kimliğini koruyan hem de Batıyla iyi ilişkiler geliştirip modernleşme sürecini yürütebilen Türkiye o tarihlerde “model ülke” olarak görülmeye başlamıştı. Bu arada Katar’ın kitle iletişim organları başta olmak üzere çeşitli siyasi araçlarla oyuna dahil olduğunu da unutmayalım.
Dolayısıyla Arap Baharı süreci patlak verdiğinde Suudlar bunu doğrudan bölgesel hakimiyet iddialarına ve hatta kendi mevcudiyetlerine yönelik bir saldırı olarak algıladılar. Bugün MbS ile yürürlüğe girmiş gibi görünen politikaların arka planında bütün bunlar var. Yani gerek bugünkü ABD yönetimiyle gerekse İsrail ile örtülü veya açık yürüyen işbirliği ve ittifak zemini bölgedeki rekabet ilişkilerinin eseri.
Hatırlarsanız, Trump öncesi dönemde Suudların Washington’la ilişkisi gözle görülür derecede bozulmuştu. Trump ilk resmi ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirerek orada kılıç dansı fotoğraflarıyla yeni Beyaz Saray yönetiminin bölgeye yaklaşımındaki değişimi haber veriyordu. Buna mukabil Obama ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapmış, hem İsrail’e hem de Suudi Arabistan’a karşı mesafesini de uzun süre korumuştu. Ama bir yerden itibaren iki başkent arasında ilişkiler eskisi gibi yolunda gitmemeye başladı. Anlaşmazlıklar Obama’nın son günlerinde iyice rahatsızlık verir hale gelmişti. Hatta öyle ki Türkiye’de biz Obama’yı “düşman”, Trump’ı ise “ülkemizin en büyük dostu” olarak görme eğilimine girdik. Ya da öyle inandırdık kendimizi. Trump’ın islamofobik açıklamalarına, ayan beyan İsrail yanlısı tutumuna rağmen hem de… Muhtemelen yeni başkanın tüccar kişiliği dolayısıyla bazı sorunları -mesela Sarraf dosyasını- pragmatik ve pratik usullerle çözebileceğimizi düşündüğümüz için. Ama bu da mümkün olmadı. Trump ne -politik ajandasına da sinen- İslam düşmanlığını rafa kaldırdı ne de Türkiye’nin umduğu desteği gösterebildi. Şimdi Obama’nın değerini bilememişiz diye hayıflanıyoruz…
İşte bu tabloda Suudi Arabistan’ın Kudüs konusundaki tutumu açıklık kazanıyor. Suud gazetelerinde konunun hiç görülmeyişinden İslam İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısına katılmamaya varan alenilikte bir tutum… Suriye’de bile artık Rusya ve İran’la birlikte çözüm arayışına giren Türkiye’ye mukabil İsrail’le ortak çıkarları ve ortak düşman algısına sahip bir Suudi Arabistan’ın son tahlilde Trump’ın yanında durması aslında şaşırtıcı değil.