Sınırın bu tarafında kalanlar

Toplumsal kimlikler arasında ayrışma, karşılıklı nefret, düşmanlık duygusu her geçen gün artıyor, güçleniyor. Farkında mıyız?

Toplumsal kimlikler derken zengin-yoksul, şehirli-köylü gibi sosyolojik kimlikler değil kastım. Şükür ki etnik aidiyetler temelinde bölünme riski de her şeye rağmen akut bir problem değil. Dindar-seküler hayat tarzlarının çelişkisi de öyle.

Ne var ki aktüel siyasi angajmanlar çevresinde oluşan “yeni bir kimlik anlayışı” toplumsal birliğimizi ve barışımızı tehdit eden bir ikilik, bir husumet, bir münaferet üretiyor şimdilerde.

Öbürlerine karşı az çok hazırlığımız, tedbirimiz veya bağışıklık yeteneğimiz var. Ama bu öyle değil. Çünkü güncel siyasetteki kavga ikliminin ve düşmanlık üslubunun beslediği saflaşma bütün öbür kimlik çelişkilerini de etrafında veya içinde topluyor ve iki büyük toplumsal çelişki halinde bunların hepsini karşı karşıya getirmeye yöneliyor.

***

Gezi Parkı olaylarının -bizim gibi az sayıda kişinin uyarıları ve itirazları dikkate alınmayıp- toplumsal değil politik açıdan değerlendirilmesi söz konusu yarılmayı iyice besledi, büyüttü.

Bugün gelinen noktada “taban konsolidasyonu” kavramının ifade ettiği karşılıklı saflaşmanın çok çok ötesinde bir hasımlaşma var karşımızda.

Bu toplumun tam ortasından geçen ve adeta hayali Ekvator çizgisinden daha gerçek bir sınır oluşuyor.

Yine de kâbus senaryosu yazmak değil niyetim. Mevcut siyasi iklim ve konjonktür değişirse muhtemelen üstesinden gelebileceğimiz bir arıza bu. Ama bugün dışarıdan çakılacak bir kibritle tutuşmaya ve büyük bir yangın şeklinde yayılmaya hazır olması hepimizin uykularını kaçırması gereken bir gerçek.

Bu tehdidin kalıcı olmamasını temin için ne yapmak gerektiğine kafa yorması gerekenler ise maalesef başka şeylere kafa yoruyorlar. Kısa vadeli başarılara odaklanmış durumdalar. “Bugünü kurtaralım, yarına Allah kerim” diyorlar galiba…

***

Önceki gün Adana Film Festivalinde yönetmen Semih Kaplanoğlu’na yapılan terbiyesizlik malumunuz. Ama buradaki kişisel kabalıktan çok daha önemli olan taraf bu olayın toplumda derhal oluşturduğu saflaşma.

Sosyal medyayı işgal eden tartışmalara ve yorumlara baktığınızda şunu görüyorsunuz: Kahir ekseriyetinin Kaplanoğlu’nun filmlerini izlemediği ve hatta kim olduğu, neci olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığı belli olan büyük bir kitle “Bunlar…” diye başlayan cümleler kurarak nefret ve düşmanlık duygularını saçıyorlar.

İşin daha da tuhaf tarafı ise şu: Benim şahsen derviş meşrep, kibar ve sanatına aşık bir insan olarak tanıdığım ve aktüel anlamda politik bir görüşü veya angajmanı olup olmadığını dahi bilmediğim Semih Kaplanoğlu’nun bir toplumsal kesimin temsilcisi olarak görülmesi.

Toplumun tam ortasından geçtiğini söylediğim sınır çizgisi o kadar güçlü ki hiç kimse gri bölgede kalamıyor. Sınırın şu ya da bu tarafında kalmış olması ona kendiliğinden bir kimlik, kendiliğinden bir politik pozisyon dayatıyor.

Sözünü ettiğimiz ayrışmanın toplumda gri bölge bırakmayacak kadar keskinliğe ulaşması durumun vahametinin en büyük kanıtı galiba…

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum