Seçim ikinci tura kalır mı?
Seçimin nasıl sonuçlanabileceğine ilişkin analiz ve projeksiyonlar belirli bir amaca hizmet için yapılıyorsa, yani paşa gönlümüze göre manipüle ediliyorsa bu süreçte ne olduğunu ve ne olacağını gerçekten anlamak isteyenlere bir fayda sağlamaz. Onun için biz ortalıkta dolaşan rivayetlere değil, kanıtlanmaya ihtiyacı olmayan sosyal gerçeklere ve somut siyasi verilere bakarak akla uygun bir analiz yapmaya çalışalım.
Öncelikle elimizde partilerin yakın zamanlardaki seçimlerde almış oldukları oy miktarları ve oranları var. Bu halihazırdaki duruma veya 24 Haziran gününe ilişkin tahminlerden daha ele gelir bir veri. Denkleme yeni dahil olan partilerin ve diğer yeni aktörlerin yapabileceklerini de yine eldeki verilere bakarak değerlendirmek durumundayız. Çünkü yeni aktörlerin nereden ne alabileceğini mevcut aktörlerin geçmişte yaşadıkları benzer deneyimler ışığında tahmin edebiliriz ancak.
Bildiğiniz gibi, birçok yorumcu ve siyasi analist Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Haziran’daki seçimi yeniden kazanmasının en güçlü ihtimal olduğunu düşünüyor. AK Parti oylarının yanı sıra bu defa MHP’nin desteğini de almış olarak sandığa giden Erdoğan için “rahat kazanır” diyenler çoğunlukta.
Erdoğan’ın bu seçimlerdeki favori aday olduğu muhakkak. Ne var ki onun da önünde birtakım riskler var. Partiyi birlikte kurdukları 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aday olarak karşısına çıkması bu risklerin en büyüğü. Gül’ün hem kendi partisinin tabanında hem de toplumun genelinde saygınlığı ve etki gücü var çünkü.
Son dönemdeki parti politikalarından memnun olmayan, bunu her fırsatta belli eden ama kerhen de olsa son tahlilde yine kendi partisine oy veren bir AK Parti seçmen kitlesi Gül’ün potansiyel destekçisi olarak görülebilir. Haziran 2015 seçimiyle Kasım 2015 seçimi arasındaki kısa sürede gerçekleşen yüzde ona yakın oy farkını hatırlayın… Bir de her iki seçimde yürütülen iki ayrı kampanya arasındaki yedi farkı…
Bu kitle hem Erdoğan’ın hem de -tabii aday olması durumunda- Gül’ün ikna etmesi gereken önemli hatta stratejik bir kitle. Anayasa referandumunun MHP’nin desteği de alındığı halde kıl payı kazanılmış olması söz konusu kitlenin hiç değilse önemli bir bölümünün yeniden küskünler kampına katıldığını gösteriyor bence. Erdoğan bugün Kasım 2015 seçiminin diskurunu değil, Haziran 2015’in retoriğini kullanmakta olduğu için söz konusu kitleyi geri kazanması da zor.
Ancak gerçekçi bir yaklaşımla bakıldığında Gül’ün AK Parti tabanından alabileceği oyun bir seçim başarısına yeterli oranda gerçekleşebileceğini düşünmek hayalcilik olur. Muhalefet partilerinin tabanlarından alacağı desteğin miktarı veya oranı belirleyici olacak 24 Haziran’da. Bu noktada görünen o ki Abdullah Bey’in seçimde bir başarı kazanması, büyük oranda muhalefet bloğunun performansına ve hatta istekliliğine bağlı.
Bence Erdoğan’ın en büyük avantajı da karşısındaki aktörlerin siyasetin doğasından kaynaklanan zaafları. Zira siyasetçiler için cumhurbaşkanlığı seçimi yalnızca cumhurbaşkanlığı seçimi değil…
Bir örnek… Adı ne olursa olsun, hangi özelliklere sahip olursa olsun CHP’li bir adayın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma şansı yok. Aritmetik olarak yok. Sosyolojik olarak yok. Sebeplerini tartışmak ayrı bir konu ama Türkiye’nin realitesi bu. (Zaten bu yüzden CHP yönetimi diğer muhalefet partileriyle iş birliği yaparak “Erdoğan karşısında kazanma şansı olan” bir adayın -kuvvetler ayrılığının ve belki parlamenter demokrasinin geri getirilmesi şartıyla- desteklenmesi doğrultusunda bir siyasi strateji uygulamaya çalışıyor.)
Peki buna rağmen, CHP’de bu kadar çok siyasetçinin cumhurbaşkanlığı adaylığı için ortaya atılmasının anlamı ne? Erdoğan’ı sandıkta yenebilecek rakibin kendileri olduğunu mu düşünüyorlar? Belki böyle bir aşırı özgüven içinde olanlar da vardır ama büyük ihtimalle asıl amaç bu yolla parti içinde etkinlik kazanma imkanını değerlendirmek. Parti yönetiminin seçime ilişkin hesaplarını bozma tehdidiyle masaya oturmak yönetimle birtakım konularda pazarlık yapma imkânı da verebilir ayrıca.
Siyasetin doğası gereği her siyasetçi kendi kişisel çıkarını öncelerken partiler arası ilişkilerde de herkesin önceliği doğal olarak kendi partisinin çıkarı… Kuşkusuz CHP’deki aday adaylarının durumuyla aynı değil ama İYİ Parti lideri Akşener’in cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki ısrarı da öncelikle hem kendi kişisel beklentilerini hem de partisinin çıkarlarını gözeten bir yaklaşımın işareti. Bu da doğal. Ama gerçekçi mi?
Son zamanlarda toplumun farklı kesimlerinde esen bir Akşener rüzgârı olduğu doğru. Ancak mevcut parti oylarından koparılabilecek miktarın sınırlı olduğunu görmekte fayda var. Bu demektir ki “stratejik amaçla kullanılan oylar” bu seçimde sonucu belirleyeceği için partilerin iş birliği hayati önem taşıyor. Şimdi partiler ayrı ayrı adaylar çıkardıklarına göre seçilmek için ancak ikinci tura kalması lazım Akşener’in. Bu da mümkün tabii ama iki şarta bağlı: Gül’ün aday olarak ortaya çıkmaması ve CHP adayının en fazla oy alan iki isimden biri olmaması.
Muhalefet bloğundaki bu dağınıklık toplumda da seçimin sonucuna ilişkin bir inançsızlığa veya güvensizliğe yol açarsa bu kesimdeki seçmenin sandığa gitme oranları da düşeceği için Erdoğan seçimi ilk turda kazanabilir.