Sağımız Trump solumuz Clinton
ABD’deki başlıca iki ana siyasi akımın Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti olduğunu hepimiz biliyoruz. İki partili siyasi sistemin en çok tanınan örneği bu ülkede cari. Geçmişte bir üçüncü partinin daha yarışa dahil olduğunu; 19’uncu yüzyılda Kongre’nin yetkilerinin “Başkan”ınkilerden daha fazla olması gerektiğini savunan Liberaller (Whig Party) arasından seçilmiş başkanların da olduğunu hatırlatalım. Ayrıca bugün aralarında Komünist Parti’nin de olduğu çok sayıda siyasi parti faaliyet gösteriyor Amerika’da. Ama yarış artık bütünüyle iki parti arasında geçiyor, biliyorsunuz.
Biliyorsunuz diye lafın gelişi demedim… Hatta belki bazılarımız Amerikan sistemini Türkiye’deki sistemden bile iyi biliyor olabilir. Çünkü çağımızda yaşanan “küreselleşme” sürecinin aslında “Amerikalılaşma” diye okunması gerektiğini söyleyenler haksız değiller. Okuduğumuz romanlardan izlediğimiz filmlere kadar kültürel ürünlerin ciddi bir bölümü Amerikan üretimi ve bu ürünler bizi ister istemez Amerika hakkında bilgi (ve hatta kanaat) sahibi yapıyor. Bu yüzden aramızda Trump’çılara, Hillary’cilere rastlamak dahi mümkün olabiliyor.
***
Ama yine de gerek Trump’ın gerekse Clinton’ın siyasi pozisyonlarının neye karşılık geldiğini pek anlayamamış olanlara da tesadüf edilebiliyor hâlâ. Özellikle Cumhuriyetçi Parti’nin sağcılığı ile Demokrat(ik) Parti’nin solculuğu (veya liberalliği) konusunu yanlış yorumlayanlar çok. Problem de bizim ülkemizdeki şablonu Amerika’ya uygulama hatasından kaynaklanıyor. Cumhuriyetçi Parti’nin sağcılığını “bizdeki CHP’nin sağcılığı” gibi bir sağcılık sanıyoruz. Demokrat Parti’yi ise solcu bir parti olarak değil, daha çok liberal kimliğiyle biliyoruz. Bu bakımdan onları da bizim merkez sağın çizgisine mesela AK Parti’nin yer aldığı sağ siyaset kulvarına yerleştiriyoruz zihnimizde.
***
Oysa gerçek anlamda liberal siyasetin ABD’deki temsilcisi Cumhuriyetçilerdir. Devletin ekonomiye karışmasını istemeyen, piyasanın “görünmez el”inin kadir-i mutlak olduğuna ve neylerse güzel eyleyeceğine inanan kesimin partisidir bu. Yani bizdeki CHP’nin sağcılığına benzer bir sağcılık sözkonusu değil. Buna mukabil Demokratlar devletçidir; yani devletin ekonomik alana müdahalesini savunan çizginin partisidir Demokrat Parti. Bu anlamda bildiğiniz solcu bir partidir. Peki bu çizginin liberalliği nereden geliyor? Galiba liberal kavramının siyasi ve iktisadi alana ilişkin doktrinden bağımsız başka bir anlamından:
İnsan hakları konusundaki titizlik; kadınların, göçmenlerin veya marjinal grupların toplum içindeki yerine ait ılımlı yaklaşım dünyanın birçok yerinde “liberal” sözüyle tanımlanıyor. Buna belki -diğerlerinden ayırmak için- “toplumsal liberalizm” demek lazım.
Uzun sözün kısası, ne Cumhuriyetçilerin isim benzerliği dışında bizdeki CHP ile ilgisi var ne de Demokratların bizdeki sağ partilerle -mesela AK Parti’yle- paralel bir siyasi çizgisi…
SİYASET ÖMÜR UZATIYOR
ABD’de özellikle son dönemde başkanlık yapan kişilerinin biyografilerine bakarken bir nokta ilgimi çekti: Bu kişilerin hemen hepsinin “uzun ömürlü” oluşları…
Son yarım asrın başkanlarından yalnızca üçü hayatta değil bugün: Her üçü de Cumhuriyetçi olan Richard Nixon 81’inde, Gerald Ford ve Ronald Reagan 93’ünde ölmüşler. Demokrat Jimmy Carter ile Cumhuriyetçi George (baba) Bush 92’nci yaşlarını sürüyorlar bu günlerde. Yine ikisi de aynı yaşlarda olan eski ABD Başkanlarının en gençleri Demokrat Bill Clinton ile Cumhuriyetçi George (oğul) Bush ise 70 yaşındalar.
Yaşların ve siyasi kimliklerin oluşturduğu simetri bir yana, uzun ömür her şeyden önce düzgün beslenme ve tıbbi bakımla ilişkili olduğu için bu rakamlar şaşırtıcı olmayabilir. Ancak siyasetin aynı zamanda stres üreten bir meslek veya meşgale olduğu düşünülürse stresin sanıldığı kadar zararlı olmadığı sonucuna varmak mümkün olabilir bu tabloya bakılarak. Muhtemelen siyasetçilerin vücutlarının ürettiği şey biz sıradan insanlardaki gibi stres değil, başka bir şey.