Reform yenilenme ihtiyacıdır
Devlet kurumlarının hem çalışma mantığı hem de çalışma usulleri toplumun ihtiyaçları değişince değiştirilmek durumundadır. Ne var ki değişim herkes için her zaman arzu edilir olmayabilir; çünkü siyasi, sosyal ve ekonomik yapılardaki her değişimin bir bedeli vardır. Mevcut düzenin işleyişinden fayda gören kişiler ve kesimler bu yüzden değişim istemezler. Ancak toplumun geniş bir kesiminde mevcut düzenden şikâyet varsa ve dolayısıyla bir değişim ihtiyacı hissediliyorsa değişim ihtiyacı hisseden kesimlere mensup kişiler veya gruplar ortaya atılıp bazen zor da kullanarak yeni bir düzen getirmeye çalışırlar.
Demokratik dünyada bu türden toplumsal ve politik dönüşümler halktan destek alan kadrolar tarafından gerçekleştirilmek durumunda; yani zor kullanmak pek söz konusu değil artık. Demokratik ülkelerde siyasi partiler mevcut sorunları çözmek için yeni bir program önerisiyle ortaya çıkarlar ve halktan onay alabilirse bu programı uygulamaya geçirmek için uğraşırlar. Kimi zaman halktan onay almış programların dahi uygulanmasında zorluk yaşanabilir. Çünkü sosyal yapıların kendi içlerinde taşıdıkları direnç mekanizmaları bazı değişimlere karşı engel oluşturur.
***
Gözümüzün önünde bir örnek var… Bugünkü AK Parti iktidarı da 15 yıl önce yeni bir program önerisiyle ortaya çıkmış ve halktan onay alarak bu programı uygulamaya geçirmek için hızlı adımlar atmaya başlamıştı. Ama hem siyasi hem de sosyal aktörlerin direnişi ve engelleme çabaları yüzünden bu programın gerçekleştirilmesi uzunca bir süreye yayıldı ve iktidarın aşağı yukarı onuncu yılında ancak tamamlanabildi. AK Parti’nin bizzat kurucuları tarafından “muhafazakâr demokrasi” diye adlandırılan bir görüş temelinde oluşturulan siyasi programın nihai amacı olan model de “Yeni Türkiye” adıyla tescillendi. Şimdi bazıları AK Parti siyasetinde bugün ulaşılan noktanın başlangıçta hedeflenen nokta olup olmadığı konusunu tartışıyor gerçi ama bizim konumuz bu değil şimdi…
Yakın tarihimizde reform projelerinin örnekleri çoktur. Çünkü bizim toplumsal yapımız ve siyasi düzenimiz öncelikle harici şartlar yüzünden çok büyük değişimler geçirdi bilhassa son iki asırda… Batı ülkelerinin ekonomik gelişmesiyle rekabet edemeyişimizin sonucu olarak yaşadığımız askeri zayıflama ve toprak kayıplarıyla su yüzüne çıkan dağılma ve çöküş psikolojisi mevcut düzenin silbaştan yenilenmesini gerektiriyordu. Ama bu kolay olmadı. Çünkü problemin tespitinde de çözüm yolu tercihinde de farklı görüşler vardı.
Bugün baktığımızda bize hiç de rasyonel görünmeyen tercihler o gün çoğunluğun kabul ettiği görüşlerdi. Bize şimdi dosdoğru görünen bazı görüşler ise o zamanlar pek kabule şayan bulunmuyordu.
***
Yukarıda söyledim, değişimlerin faydasını göreceklerle zararını görecek olanlar bu konuda aynı fikirde olmazlar tabii. Ama reformlara karşı direncin bir sebebi daha var: Zorluğu… İnsanoğlu karşısındaki problemi çözmek için kolay yolu tercih etmeye eğilimlidir genellikle. Nasrettin Hoca’nın evin karanlık bir odasında kaybettiği iğneyi aydınlık bir odada aramak istemesi hikmetindeki gibi… Ciddi bir hastalığı olan bazı kişiler doktorlarının önerisini dinleyip ameliyat olmak yerine faydası belirsiz bir bitkisel karışımı “ilaç” olarak denemek isterler. Toplumlar da alışkanlıklarını ve düzenlerini değiştirecek adımlara pek olumlu bakmazlar.
Ancak toplumda liderlik görevi üstlenmiş kadrolar, yani aydınlar ve siyasetçiler doğru ve gerekli olanın yapılması için toplumda esen rüzgarları tersine çevirmek zorundadırlar. Bazen bu akıntıya karşı kürek çekmek anlamına gelir. Ancak eninde sonunda toplumsal yapının ihtiyaçlarının belirlediği bir dönüşümdür yaşanan. Bunun ertelenmesi veya biraz erkene alınması büyük zaman çizelgesindeki ana eğilimi, yani suyun akış haritasını değiştirmez.
Bu konuyu tarihimizdeki örneklerden hareketle tartışmayı sürdürelim…