Ortadoğu: Hep İran’ın kazandığı oyun masası
Efsanevi İngiliz futbolcu Gary Lineker’ın herkesin bildiği ve her fırsatta tekrarlanan bir lafı vardır: “Futbol çok basit bir oyundur; 22 kişi 90 dakika boyunca bir topun peşinde koşar ve sonunda Almanlar kazanır.” Bu sözü Ortadoğu’daki siyasi ihtilaflara uyarlayacak olursak, “Bu bölgedeki anlaşmazlıklara bütün dünya müdahil olur ama sonunda hep İran kazançlı çıkar” diyebiliriz.
Bir de ABD’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın “Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” diye yine çok meşhur, çok tekrarlanan bir sözü var. Bu sözü de son çeyrek asrın gelişmelerini göz önünde bulundurarak “Ortadoğu’da en sonunda İran’ın kazançlı çıkmadığı bir çatışma olmaz” ilavesiyle güncellemek yanlış olmaz.
***
Hatırlayın… 2000’li yılların başında İran’ın iki yanında iki büyük tehdit unsuru vardı: Sünni azınlığa dayanarak Irak’ı yöneten Saddam ile katı Sünnilik yorumunu esas alan Afganistan’daki Taliban rejimi. Her ikisi de İran rejiminin dünyadaki en büyük hasmı olan ABD eliyle tasfiye edildi.
Irak’ın bugün geldiği noktada ise İran etkisindeki merkezi hükümetin kontrol gücü şimdiye kadarki en yüksek seviyeye ulaştı. Sözgelimi başından beri statüsü tartışmalı durumda olan ve Türkiye’nin tarihî gerekçelerle daima ilgi alanında bulunan Kerkük bugünkü hengamede “IKYB’den kurtarılırken” Bağdat rejiminin eline geçti.
Şu anda geriye dönüp “Barzani’ye daha fazla baskı yapıp Kerkük konusunda daha ısrarlı olabilir miydik” diye düşünmenin anlamı kalmadı. Artık pazarlık masasının karşı tarafında Bağdat rejimi, yani dolaylı olarak İran olacak. Yani Türkmenler üzerinden Kerkük’te etkinlik kazanma hedefimiz konusunda eskisinden daha şanslı olduğumuz söylenemez.
***
Bazı analistler “her iki ülkenin de Şii nüfusa sahip olmasına bakıp Bağdat ile Tahran’ın daima aynı siyasi çizgide bulunacağını düşünmek yanlış” uyarısı yapıyorlar. Haklılar. Hatta iki ülke arasında tarihten kaynaklanan bir çatışma veya rekabet havası da var. Tarihi bırakın, daha otuz yıl önce iki ülke arasında savaş vardı.
Ama İran’ın devlet geleneği Irak’ta yok. Bunu görmek lazım. Zaten bugün İran’ın desteği olmasa Bağdat yönetiminin ne IŞİD’le ne Barzani ile mücadele edebilecek askeri gücü bile yok. Hem Irak ordusunu hem de özellikle Haşdi Şaabi milislerini eğiten ve yöneten kişiler İran istihbaratının mensupları.
Biliyorsunuz, Tahran 1979 Devriminden bu yana “Şii jeopolitiği”ne dayanarak bölgesel nüfuzunu sürekli arttırma peşinde. Afganistan ve Pakistan’dan Lübnan’a, Yemen’e kadar geniş İslam coğrafyasındaki Şii toplulukları etkileme ve yönlendirme kabiliyetine sahip. Irak bu anlamda çok daha kolay bir lokma. Etnik ve dini kimliklere dayalı aidiyet duygularının siyasi bilincin çok önünde olduğu mevcut toplumsal yapısıyla bu ülke İran’ın arka bahçesi sayılır.
Irak’taki Şii nüfusun içinde Tahran yönetimine mesafeli gruplar olsa da bunların hiçbirinin doğrudan İran karşıtı bir pozisyon alabilmesi kolay değil. Dolayısıyla Irak hükümeti bugün olduğu gibi ciddi ölçüde ABD güdümüne de girse bütünüyle İran’ın etki sahasından çıkabilmesi zor. IKYB referandumuna tepki olarak gelişen hadiselerin sonucunda karşımıza çıkan tablo bunun kanıtı.
Söz gelimi İran’a mesafeli Barzani’nin elindeki petrol bölgelerinin merkezi hükümetin kontrolüne geçmesi, bu arada -İran’la hep sıcak ilişkileri olan- Talabani kesiminin de Bağdat’la iş birliğine yönelmesi hem siyasi hem de ekonomik sonuçları bakımından yeni bir “mimari düzenleme” fırsatını Tahran’ın akıllıca kullandığını gösteriyor.
Demek ki bir kere daha Tahran’ın kazançlı çıktığı yeni bir “Ortadoğu oyunu” izlemiş olduk.
PEKİ, BARZANİ NİÇİN YANILDI?
Barzani’nin hatası bölgesel güçlerin onayını almadan, yalnızca küresel güçlerin desteğine dayanarak bir siyasi mimari girişimini gerçekleştirebileceğini zannetmesiydi. Washington’dan ve Moskova’dan onay almasının yeterli olduğunu düşünmüştü. Oysa bugünkü konjonktürde ne ABD’nin ne Rusya’nın ihtiyacı olan bir girişim değildi bu. Bu yüzden onay verdiler ama destek vermediler.
Bölge ülkeleri arasında yalnızca İsrail’den açık destek gören Barzani’yi kendisine öteden beri el altından destek veren bazı ülkelerin tavrı da yanıltmış olmalı. Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkelerinin Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması fikrine sıcak baktıkları, hatta Barzani’yi bu yönde teşvik ettikleri biliniyor. Ancak bunlar da “Araplara karşı Kürtleri destekleyen hükümet” olarak görülmek istemeyecekleri için yaşanan süreci havaya bakıp ıslık çalarak geçirdiler.
Barzani muhtemelen Ankara ile Tahran’ın bu kadar sert tepki göstereceklerini de öngörmemişti. Özellikle de Ankara’nın. Çünkü başlangıçta Kürdistan özerk yönetiminin varlığına bile karşı olan Türkiye son yıllarda Erbil yönetiminin en iyi siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip olduğu bölge ülkesi haline gelmişti. Aşırı geniş bir özerkliğin bir sonraki adımından, yani fiili durumun adının konulmasından başka bir şey olmayan bağımsızlık konusuna bu kadar güçlü bir itiraz beklenmiyordu Ankara’dan. Belki de bu konudaki açıklamaları iç siyasi dengelere yormuş, bu yüzden ciddiye almamıştı Barzani. Kendisine buradaki havayı yanlış aktaran aracılar da buna sebep olmuş olabilir, bilemiyoruz.