Niye onlar zengin, biz fakiriz
Beş parmağın beşi bir değil. Nasıl ki bazı insanlar başka insanlardan daha zengin, daha akıllı veya daha güçlü olabiliyorsa, bazı toplumlar da diğer toplumlardan daha zengin veya daha güçlü olabiliyor. Ancak biliyoruz ki buradaki “eşitsizlik”ler söz konusu toplumların öz niteliklerinden kaynaklanmıyor. Çünkü tarihin belirli bir aşamasında güçlü ve zengin olan bir topluluk başka bir süreçte zayıf ve yoksul düşebiliyor. Demek ki gücün ve zenginliğin el değiştirmesinin objektif sebeplerini tespit etmek mümkün.
Nitekim öteden beri aydınlar, düşünürler, bilim adamları bu meseleye kafa yorup toplumlar arasındaki eşitsizliğin sebeplerini keşfetmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda tarih felsefecisi ve sosyolog İbn Haldun’un “umran teorisi” bu alandaki ilk ve en kapsamlı açıklama modeli olarak biliniyor.
Asabiye tezinden bedevi kültür-hazeri kültür kavramlaştırmasına, toplumsal yapıların ekonomik temellerine, coğrafyanın belirleyici rolüne kadar geniş ve çok bereketli bir açıklama modelidir bu. Tunuslu düşünürün bir bütün olarak Umran teorisi adı verilen görüşleri temelde toplumsal değişmenin yasalarını ortaya çıkarmayı hedeflemişti ki konumuzla ilgili kısmını kabaca özetlemek gerekirse, toplumlar ve devletler de tıpkı bireyler gibi doğal ömürleri içinde önce güçlenir ve gelişirler sonra da güçlerini kaybederler ve nihayet ölürler. Aynı durum medeniyetler ölçeğinde de geçerlidir elbette.
Özellikle 18. asırdan itibaren “Batı neden ileride, biz neden gerideyiz” sorusuna hararetle cevap arayan Osmanlı aydınları ve yönetici sınıfı meseleye büyük ölçüde İbn Haldun rehberliğinde bakmışlar ve bu doğrultuda öncelikle bünyedeki hastalıkları teşhis edip gerek devletin gerekse toplumun ömrünü uzatmak için neler yapılması gerektiğini araştırmaya başlamışlardır. Bu araştırmaların veya bu konuda bugüne kadar sürdürülen tartışmaların ne ölçüde faydalı olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz elbette ama insan bünyesinde olduğu gibi toplumsal yapıların hastalıklarında da teşhis ve tedavi çabalarının ömür uzatmaya yaradığı muhakkak.
***
Daha önce de başka bir vesileyle yazmıştım... Biz bugün “ecdadımızın” baktığı gibi bakmıyoruz tarihimizde yaşananlara. Söz gelimi Osmanlıların birkaç asır içinde küçücük bir beylikten kocaman bir imparatorluğa dönüşmesi atalarımızın büyük başarısıdır. Ama bu koskoca devletin belirli bir devirden itibaren zayıflamaya başlaması, giderek hem topraklarını hem de bütün gücünü kaybedip dağılması ve nihayet yıkılması kökü dışarıda olan “iç düşmanlarımızın”, devşirmelerin, Yahudilerin, masonların vs. dahil olduğu büyük bir komplonun ürünüdür…
Oysa Bernard Lewis’e sorarsanız, yaşanan olumsuzluklar karşısında bu tür bir savunma mekanizması geliştirme çabası Osmanlı elitinin çoğunlukla yabancısı olduğu bir düşünme tarzıydı. Yani bizdeki mevcut hastalık sonradan çıktı.
Bir toplumda işler ters gitmeye başladığında insanların zihninde çeşitli sorular belirebilir, diyor ünlü oryantalist. “Avrupa’da dün, Ortadoğu’da ise bugün böylesi bir durumda en yaygın şekilde akla gelen soru ‘Bunu bize kim yaptı?’ sorusudur” Lewis’e göre.
Ama Osmanlılar, diyor birkaç hafta önce hayatını kaybeden ünlü oryantalist, tarihlerindeki en büyük badireyle karşılaştıkları zaman farklı bir soru sordular: “Biz nerede hata yaptık?” (Bernard Lewis, “What Went Wrong”, Oxford University Press, 2002, sh. 22-23)
Hangi zaafların sonucu olarak ve hangi şekilde gerçekleşmiş olursa olsun, Osmanlı düzeninin sona erişi özü itibarıyla “Batının yükselişi” diye ifade edilen olguyla bağlantılı bir gelişme… Bu da esas olarak Avrupa kıtasının kuzeybatı kısımlarında 12.-13. yüzyıllarda ortaya çıkan yeni bir iktisadi zihniyetin ürünü olarak şekillenip 16. yüzyıldan itibaren egemen hale gelen kapitalist sistemin açtığı yoldaki bilimsel-teknolojik gelişmelerin neticesi.
Buna mukabil, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleşen sanayi devriminin ardından rakipsiz güç haline gelen “Batı” bizim gibi ülkeler için yaklaşık olarak o tarihlerden bu yana örnek alınması veya taklit edilmesi gereken bir model durumunda. “Nasıl yapsak Batı gibi oluruz veya ne yapsak Batı’yı yakalarız” soruları o günden beri zihinlerimizi meşgul ediyor…
Ama bu soruların net bir cevabı yok… çünkü zaten “Batı ne yaptı veya nasıl yaptı da Batı oldu” sorusunun cevabı bir değil birçok. Bu çeşitli cevapları tartışacağız bilahare…
Yani dönüşüp dolaşıp geldiğimiz konu yeniden “ekonomik kalkınma veya toplumsal gelişme dinamiklerinin neler olduğu” meselesi…