Niçin ‘bize ne Amerika’dan’ diyemiyoruz

Uluslararası ilişkiler ve özellikle jeopolitik üzerine kafa yoran herkesin itibar ettiği, sevse de sevmese de ciddiye aldığı bir isimdi Brzezinski. Bu bakımdan ölümü üzerine yazılıp çizilenlerin sayısı bir hayli kabarık. Yalnızca dış politika odaklı yayınlarda değil, başta Amerikan medyası olmak üzere Avrupa ve Asya ülkelerindeki belli başlı gazetelerde de çok sayıda yazı çıktı. Sosyal medyadaki yorumları saymıyorum.

Bizim kendi gündemimiz her zamanki gibi fazla yoğun olduğu için pek ilgilenemedik ama “Büyük Satranç Tahtası” yazarı Türkiye’de de dikkatle takip edilen bir stratejistti. Genellikle komplo teorileri bağlamında adı anılıyor olsa bile fikirleriyle, analizleriyle ilgilenenler de hiç az değildi. En azından kitaplarının tamamına yakını Türkçede de yayınlandı.

Brzezinski temelde “realist” ekole mensup. Yani dış politikada inanç, ideoloji, ahlak gibi ideallere dayalı kriterlerin geçerli olmaması gerektiğini savunan görüş. Uluslararası ilişkilerde mesela bir dini yaymanın veya bir ideolojik görüşü gerçekleştirmenin peşinde ve doğrultusunda değil, somut çıkarları esas alarak tutum ve politika belirlemek gerekir diyen anlayış.

Mesela Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı yürütülen mücadeleyi insan haklarının ve özgürlüklerin savunulması olarak görenler veya komünizmle savaşmayı Hıristiyanlık davası olarak kabul edenler vardı. Ama Brzezinski gibi realistler için bunlar yalnızca retorik malzemesi olarak kullanılacak şeylerdi. Nitekim siyasetçiler bu konuları retorik malzemesi yapıp kamuoyunun desteğini sağlamaya çalışmaktan geri durmadılar. Ne var ki Brzezinski az çok siyasetin de içinde olmasına rağmen bunu yapmadı; realist yaklaşımının etrafına idealist bir örtü örtmedi.

Tabii idealizm yalnızca realist politikaların örtüsü değil. Bilhassa Amerikan dış politikasında liberal demokratik değerleri olsun, Hristiyan mesihçiliğinin öngörülerini olsun samimiyetle benimseyip bunları ülkenin dış politikasının esası veya kriteri haline getirmeye çabalayanlar hep oldu.

Sözgelimi “Bush Jr” döneminde Amerikan dış politikasını ele geçirmiş olan neo-con tayfa ülke çıkarlarının yerine İsrail’in veya Siyonizm’in çıkarlarına öncelik vermekle suçlanıyorlardı. Tıpkı daha önce demokrasi, insan hakları gibi değerleri milli çıkarların önüne geçirmekle suçlananlar gibi…

İşte bu uçlar arasında salınıp duran bir tahterevalli üzerinde kotarılmak zorunda olan realist dış politika pratiğinin en önemli isimlerinden biriydi Brzezinski. Ancak kariyeri boyunca hiç eksilmeyen tavizsiz Rus karşıtlığını kendisinin Polonya kökenine bağlayan ve bu bakımdan realist çizgiden saptığını düşünenler de vardı.

Bu husus bir yana, Brzezinski dış politika meselelerinde gerçekçi çizgiden hiç ayrılmadı. Ancak şunu da söylemek lazım: Realizmi tanımlarken milli menfaatlerin öncelenmesinden söz ettik ama realizm tek başına menfaatleri gözetmekten ibaret bir görüş değil tabii. Öyle olsa realizm değil menfaatçilik derdik adına zaten. Realizm adı üstünde somut gerçekleri ve mevcut şartları dış politikanın sınırları olarak gören anlayış. Bu yüzden iki kutuplu sistem sona erdikten sonra birçok Amerikalı siyasetçi ve akademisyen artık ABD’nin tek kutup haline geldiğini düşünüp -tarihin sonu vs diye- bunun kutlamasını yapmaya koyulmuşken Brzezinski, artık Washington’un hedefinin hegemonya değil liderlik olması gerektiğini savunuyordu.

Buna mukabil, son G-7 zirvesinden dışarıya taşan gerilim de bir kere daha gösterdi ki bugün ABD yönetiminde Brzezinski’nin çizgisinin tam zıddı bir zihniyet var. “İyi ama Trump yönetimi de uluslararası ilişkilerde realizmi savunmuyor mu” diyenler olabilir. Hayır, ABD’nin uluslararası ilişkilerine kasaba esnafı mantığıyla bakan Trump her ne kadar bütün ilişkilerde ülkesinin menfaatini gözetir gibi duruyorsa da aslında bu menfaatçilik akıldan, bilgiden, tecrübeden bağımsız olunca realist olamıyor.

Düşünün ki NATO için harcadığı paranın hesabını yapan bir Amerikan Başkanından söz ediyoruz. Bu cüzi paranın ülkesinin Batı bloğundaki liderlik konumunun çok küçük bir bedeli olduğunu bilmeyen bir lider…

Uluslararası terörizm ve mülteci sorunları başta olmak üzere ülkesinin ve Batı dünyasının karşı karşıya olduğu tehditlerin çözülmesi yolunda gerçekçi ve somut girişimler başlatmaya aracı olması gereken son Ortadoğu turunu ise “yüz milyarlarca dolar getiriyorum ülkeme” diye parasal boyutuyla açıklayan bir Amerikan Başkanı.

Bu zihniyetle kurgulanan bir dış politika vizyonunun başarılı sonuçlar doğurması pek mümkün olmasa gerek. Ancak asıl sorun şu ki “bize ne Amerika’dan, Allah’ından bulsun Trump” diyebilecek durumda değiliz. ABD’nin merkezinde yer aldığı bugünkü uluslararası ilişkiler sisteminin yaşayacağı sıkıntıların peyderpey bütün dünyada ve özellikle bizim bölgemizde ciddi problemlere yol açacağını düşününce bize ne Amerika’dan diyemiyorsunuz…

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum