Ne yaparsanız yapın askeri karıştırmayın
Muhafazakâr-sağ kesimin kaç nesildir hafızasında yaşattığı ve hatta bu kesimin politik bilincini şekillendiren tarihî bir anekdot vardır: Ord. Prof. Ali Fuad Başgil 27 Mayıs darbesinden sonra gerçekleştirilen ilk seçimde oluşan mecliste cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenmiştir. Meclis’te çoğunluğu teşkil eden sağ partilerin desteklediği Başgil’in seçilmesi garanti gibidir.
Ancak seçimlere ve yeni bir meclisin oluşmasına izin veren darbeciler siyaset üzerindeki kontrollerini terk etmeye niyetli değillerdir. 27 Mayıs cuntacılarından Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay cumhurbaşkanı adayı Ali Fuat Başgil’i görüşmek için Ankara’ya çağırdılar. Görüşme sırasında generaller silahlarını masanın üzerine koyarak Ali Fuat Başgil’i, “Cemal Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade edemeyiz. Ya cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçersiniz ya da Etlik’te gömülürsünüz!” diyerek ve silah göstererek tehdit ettiler. Başgil’in bu şartlar altında yapabileceği fazla şey yoktu. Adaylıktan çekildi ve yurtdışına gitti. Başgil’in çekilmesinin ardından Gürsel “tek aday” olarak kaldı ve “seçim günü askeri birlikler tarafından kuşatılmış olan” Meclis’te cumhurbaşkanı seçildi.
Demokrasi tarihimizin yüz karalarından biri olan bu olay askeri vesayet düzeninin çirkinliklerinin de örneğidir. Türkiye’de çok şükür artık bir askeri vesayet düzeni yok. Büyük ölçüde AK Parti iktidarları döneminde atılan adımlar sonucunda sona erdi bu ilkellik. Askerin sivil siyasete tahakkümü ortadan kalktı ama milletin ordusunun siyasi iktidarın siyasi muhalefete karşı kullanacağı bir silaha dönüşmesi eskisinden bile tehlikeli olur. Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu üstlenmiş olan kadroların bu konuda daha titiz olmaları gerekiyor hepimizin geleceği bakımından.
Bu çerçevede, ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın bir sivil siyasetçiyi “cumhurbaşkanlığına aday olmasın diye” ikna ziyaretine gönderilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunu yapanın Başgil’e adaylıktan çekil baskısı yapanlara söyleyecek sözü olamaz. İkisi aynı kefeye konulamaz diyecekler olabilir. Dil ve üslup farklı olabilir ama hem şekil hem de öz aynı.
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül söz konusu ziyaret için “tehdit içerikli bir söz söylenmedi” açıklaması yaptı ama bu neyi değiştirir? Ordunun başındaki insan cumhurbaşkanlığına aday olacağı konuşulan bir sivil siyasetçiyi neden ziyaret etsin ki?
Ordunun sivil iktidarın emrinde olması demokratik hukuk devletinin gereği. Hatta demokratik olmasa da devlet olmanın gereği. Gelgelelim seçilmiş iktidarın emrinde olmak iktidar partisinin siyasi faaliyetlerine de yardımcı olma yükümlülüğü getirmiyor devletin atanmış memuruna. Tam aksine bazı görevlerde bulunanların siyasi faaliyetten uzak durması, siyasi iktidarla ilişkisini özen ve titizlikle sürdürmesi gerekiyor. Bilhassa da üniformalı memurlar için geçerli bu kural. Yani asker ve polis. Biri iç, öbürü dış güvenliğin temini için silah taşıyan iki kurumun mensupları olabildiğince bütün vatandaşlara karşı eşit uzaklıkta durmak zorundalar.
Demokrasinin ve hukukun olduğu yerde asker-polis elbette siyasi iradenin emrindedir. Ama askerin-polisin partisi olmaz. Partinin askeri-polisi hiç olmaz.
Hal böyleyken bir cumhurbaşkanı adayının bir diğer cumhurbaşkanı adayı aleyhindeki sözlerini alkışlamak bir üniformalı memurun yapması düşünülemeyecek bir eylem. Bunu yapan İkinci Ordu Komutanını “Afrin’de savaştı, terörle mücadele etti” diyerek savunamayız. Geçmişte görevlerini başarıyla yerine getirdi diye bugün yaptığı yanlış hatır için doğru kabul edilemez.
***
Elbette karşımızdaki göz tırmalayan bu tablo söz konusu paşanın kişisel tercihlerinden ziyade ülkenin içinde bulunduğu siyasi karmaşanın yansıması. Aynı zamanda “başkomutan” olan Cumhurbaşkanı’nın bir programına çağrılmış Paşa, doğal olarak icabet etmiş. Ancak bugünkü yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda parti başkanı şapkası da var. Söz konusu toplantıda o şapkayı da giymiş başına Cumhurbaşkanı ve siyasi içerikli bir konuşma yapmış, bu arada önümüzdeki seçimde rakibi olan CHP’li İnce’ye yönelik sözler de söylemiş. Diğer katılanlarla beraber İkinci Ordu komutanı da Erdoğan’ın sözlerini alkışlamış. Alkışlamasaydı bu başka bir anlama gelecekti yaptığı; alkışladı ve tutumu daha başka bir anlama geldi.
Gerçi görüntülere bakılırsa Paşa yalnızca ellerini çırparak değil jest ve mimikleriyle de konuşulanları onayladığını izhar etmiş görünüyor ama fazla heyecan göstermeden, ayıp olmasın diye şöyle bir alkışlamış da olsa yaptığı yine yanlış olacaktı. Bir partinin adayının bir diğer partinin adayı aleyhine söylediği sözleri alkışlamanın anlamı belli çünkü.
Buna karşılık, başka bir komutanımızın da diyelim Saadet Partisi adayının toplantısına gidip aynı şeyi yapması mümkün mü? Burada sorun “partili cumhurbaşkanı” düzeninin bizim siyasi iklimimize uygun olmayışından kaynaklanıyor.
Önümüzdeki seçimin galibi kim olursa olsun Türkiye’nin bekası için bu çarpıklıktan kurtulma yolunda bir düzenlemeyi derhal masaya getirmesi gerekir. Parlamenter sisteme geri dönüş başka her şey bir yana sırf bunun için bile gerekli.
Ama seçime kadar kalan şu kısa süre içinde de el birliğiyle askeri-polisi siyasetten uzak tutalım. Bu devleti sokakta bulmadık, bu kadar kolay harcamayalım.