Müftü nikâh kıyarsa ne olur
İlahiyatçıların “dinimizde imamların kıyması gereken özel bir nikah yoktur, belediye görevlisinin kıydığı nikah dinen geçerlidir…” vs diye konuşmaları boşuna. Çünkü semboller ve kimlik tezahürleri bizim gibi toplumlarda en az dinin icapları kadar önemli.
Çünkü tartıştığımız mesele yalnızca yüzeydeki din ve laiklik çatışması değil aslında, daha derinde veya daha genel anlamda modernizm ile postmodernizmin kavgası...
Modernizm toplumsal hayatta “eşit vatandaşlık” idealidir. Vatandaşın bir siyasal kontratın tarafı olmanın ötesindeki nitelikleri ve özellikleri değer taşımayacaktır buna göre. Dolayısıyla hangi dinden olduğunuz, hangi etnisiteye mensup bulunduğunuz vs. sizin için önemli olabilir ama toplumsal/siyasal açıdan önemsizdir. Tabiatıyla bu özelliklerinizin hukuk karşısında da bir değeri olmamalıdır.
***
Fransız devrimi bu ideali hayata geçirdi. Bir siyasi ideoloji olarak cumhuriyetçilik toplumsal kontratla oluşturul(duğu varsayıl)an laik devletin vatandaşlık bağını bütün kimliklerin önüne geçirdi.
Mamafih modernite bir bütün… Toplumsal hayatta, hukukta, estetikte, ekonomide aynı anlayışın geçerliği söz konusu. Ve işin arkasında tarihin belirli bir dönemindeki toplumsal şartlar ve ihtiyaçlar paralelinde oluşan bir zihniyet dünyası var.
Dolayısıyla Fransız Devrimi’nin bayraktarlığını yaptığı modernizm aslında Batı Avrupa toplumlarının ortak yolu. Nitekim bundan 200 yıl öncesinde o dünyanın çok fazla uzağında yer almayan Osmanlı toplumu da söz konusu rüzgârın etkisinde kendini yenileme ihtiyacı hissetmişti.
Tanzimat ve Islahat fermanları esas itibarıyla modernleşme adımlarıydı. Modernleşme, yani siyasette merkeziyetçilik, eğitimde kitlesellik, kültür ve sanatta popülerlik, bilim ve hukukta laiklik, ekonomide tekelcilik…
Avrupa toplumları bu işi “milli devlet” çatısı altında yapmışlardı. Biz imparatorluktuk. Nüfusunun yarıya yakını Hıristiyanlardan oluşan bir devlettik. Anadili Türkçe olan nüfus sayı olarak hemen hemen azınlıktaydı. Yani “milli devlet” değildik, olamazdık. Ama şunu yaptık: önce Tanzimat’la temeli atılan ve akabinde Islahat Fermanı ile hayata geçirilen Osmanlı vatandaşlık rejimiyle Fransa örneğinde olduğu üzere eşit ve imtiyazsız bir “Osmanlı milleti” yaratmaya çalıştık. Ne var ki imparatorluk yapısı içinde bunu yapmak kolay değildi.
Cumhuriyet kurulduğunda ise Hristiyan nüfus küçük bir azınlığa düşmüş, anadili Türkçe olmayan ahalinin nüfus içindeki oranı da epeyce azalmıştı. Modern milli devlet önünde fazlaca engel yoktu ve dolayısıyla modernleşme adımları hız kazandı ama Avrupa’nın, daha doğrusu öncelikle Batı Avrupa ülkelerinin tecrübe ettiği modernleşme süreçleri Osmanlı coğrafyasında yaşanmadığı –veya buradaki sosyoekonomik yapının özgül dinamikleri tarafından üretilmiş olmadığı- için “alelacele modernleşme” çabası içinde Türk toplumuna adapte edilmek istenen kurumların ve değerlerin bu topraklarda yeşerip kök salması kolay değildi. (Haddizatında benzer sorunlar Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya için de geçerliydi.)
Derken modernizm kendi içinden kendi karşıtını üretti. Şehirleşme modernizmin en önemli sosyal icaplarından biri. Sanayileşme gibi. Türkiye’de 1950’lerden itibaren hızlı şehirleşme ve sistemsiz sanayileşme antimodernist bir kültürün yükselmesine yol açtı. Dini kimlikler ve etnik kimlikler cumhuriyetin vatandaş kimliği içine sığmaz oldu.
***
Avrupa’da da benzer eğilimler üstelik bizden önce ortaya çıkmıştı. Birlik ve eşitlik adına toplumdaki farklılıkları yok sayan modernizme karşı tikel kimliklerin, topluma karşı bireyin, homojenliğe karşı heterojenliğin ideolojisi olarak postmodernizm şekillenmeye başlamıştı.
Ancak Türkiye’deki postmodernist eğilimlerin ülkeyi bir arada tutan yapıyı ortadan kaldırmasından endişe edenler haksız denemez. (Bahadırhan Dinçaslan’ın bizim gazetenin Görüşler sayfasında geçen hafta çıkan yazısına bkz.) Çünkü bir ara bazı İslamcıların dile getirdiği “çok hukukluluk”, Kürt milliyetçilerinin vaz geçmedikleri federatif yönetim ve sol-liberallerin Kemalizm karşıtlığı adına bunlara verdikleri destek siyasi ve sosyal düzen açısından risk doğurabilecek pozisyonlar.
Aynı şekilde, yazının başında dediğim gibi, müftü nikahı meselesi de modernizme karşı postmodernist bir tutumun ifadesi. Zira belediye nikahı kimliklerimizi eşitliyordu, müftü nikahı farklılıklarımızı öne çıkaracak. Dindarlarımız camide, laiklerimiz evlendirme dairesinde nikahlanacak. Belki başka alternatifler de çıkacak. Sözgelimi Aleviler cemevinde nikah isteyecekler. Bu uygulamanın toplumsal hayatın öbür alanlarında ve siyasi düzende de yansımaları olacak kuşkusuz.