Misakı Millî’nin ‘ırk’ problemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle yeniden gündeme gelen Misakı Millî konusu aslında bu hususta bildiklerimizin -olayların üzerinden neredeyse bir asır geçtiği halde- bir hayli eksik olduğunu gösterdi. Bunun en önemli sebebi tarihe ve bilhassa yakın tarihe bugünkü politik pozisyonları meşrulaştırma anahtarı olarak bakma alışkanlığımız.
Ne var ki bir başka önemli sebep daha var: Kayıt ve belge eksikliği. Dönemin özel şartları dolayısıyla bilhassa Misakı Milli metninin hazırlanışına dair kayıt ve belgelerin yeterli olduğu söylenemez. Sözgelimi metnin müsveddeleri meselesi konuyla ilgili bilim adamlarını çokça uğraştıran konulardan biridir. Geçen gün ben de değinmiştim: Ankara’da hazırlanmış, İstanbul’da yazılmış ayrı ayrı metinlerden söz ediliyor. Hatta Misakı Millî’nin kendi eseri olduğunu bildiren Hüseyin Kazım Kadri Bey bizzat el yazısıyla kaleme aldığı müsveddenin Bursa mebusu Asaf Bey’de olduğunu söylüyor.
Ama bilebildiğim kadarıyla bu taslakların hiçbiri günümüze ulaşmış değil. Elimizdeki yemin metinlerinin güvenirliği de tartışmalı. Mesela, geçen pazar günü Karar’daki yazısında Hakan Erdem’in de yazdığı gibi, bugünkü “resmi metin”de yer aldığı görülen “hatt-ı mütareke dâhilinde dinen, ırken ve aslen müttehit” ibaresi epeyce problemli. Çünkü öncelikle Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul ve ilan edilen yemin metninde “dahil ve haricinde” ifadesinin yer aldığını biliyoruz. Hem de Mustafa Kemal’in yalnızca “dahilinde” denilmesi yönündeki ısrarına rağmen…
Dahası, uzmanların bir bölümü “ırken” diye okunan kelimenin “örfen” veya “irfanen” şeklinde olması gerektiği kanaatinde. Çünkü bu kelimeler Arap harfleriyle yazıldığında şekilleri birbirine benzeyebiliyor ve sözgelimi bir noktanın eksik veya fazla olması kelimenin anlamını tamamen değiştirebiliyor.
Bugün kullanımda olan “resmi” metnin kaynağının Türk Tarih Kurumu’nun 1931 yılında liseler için hazırladığı “Tarih-4” kitabı olduğunu tespit eden Mete Tunçay metindeki “ırken” sözünü “örfen” şeklinde okuma yanlısı. (Mete Tunçay, “Misâk-ı Millî’nin 1. Maddesi Üstüne”, Birikim-Sayı: 18-19, sh. 12)
Soy esasına göre birleşmiş olan bir millet tanımı yerine ortak kültürü temel alan bir birlik anlayışını ifade eden bu yorum veya “okuma” ilk başta kulağa hoş geliyor. Hem ırk ve millet gibi kavramlarla ilgili bugünkü bakışımız dolayısıyla hem de o günün siyasi ve sosyal şartları muvacehesinde ırk birliğinden söz edilmesinin siyaseten doğru olmayacağını düşündüğümüzden… Ama Prof. Mustafa Budak’ın bu yoruma, yani Misakı Millî’deki tartışmalı kelimenin “örfen” olabileceği yorumuna itirazı da akla uygun: Aynı maddede “hukuk-ı ırkiyye” den de söz ediliyor. (Mustafa Budak, “İdealden Gerçeğe”, Küre, 2003, sh. 157)
***
Bana sorarsanız, problem bazı kelime ve kavramların zaman içinde geçirdikleri anlam değişimlerinden kaynaklanıyor olmalı. Biz bugün ırk kavramını antropolojik anlamda ve etnisite karşılığı olarak kullanıyoruz. Ancak kelimenin geçmişte de sadece bugünkü anlamıyla kullanıldığını söyleyebilecek durumda değiliz.
Mesela İstiklal Marşı’ndaki “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal” mısraını ırk kelimesinin bugünkü genelgeçer anlamını esas alarak anlamak problemli olur. Kelimeyi “aynı soydan gelen insanlar topluluğu” şeklindeki sözlük anlamıyla kullananlar o zaman da vardı gerçi ama Akif bunlardan değildir.
Diğer yandan, milleti soy birliğinin değil, kültür ve inanç birliğinin meydana getirdiğini savunan Ziya Gökalp kavramı etnisite anlamında kullanmak isteyenlere “ırk atlarda olur” diyerek itiraz etmiştir. Aynı zamanda veteriner olan milli şairimiz Akif’in de ırk kelimesini biyolojik anlamıyla değil, topluluk (yani millet) anlamında kullandığı açıktır. Zaten Arnavut asıllı Mehmet Akif’in ırk sözünü hangi anlamda kullandığını anlamak için şairin dünya görüşünden haberdar olmak yeterlidir.
***
Akiflerin, Gökalplerin çağında ırk kelimesinin insan toplulukları için mecaz anlamıyla kullanılabildiğini görüyoruz ama Cumhuriyet döneminde kavram esas olarak “etnisite” anlamına gelir oldu. Zaten Kemalistler Türk milliyetçiliğini kültürü esas aldığı için beğenmiyorlardı. Öyle ki Ziya Gökalp’in kitaplarının 1924’den 1939’a kadar yeni baskıları yapılmamıştır.
Türk kimliğini açıklamak için artık dil, kültür, inanç boyutlarının ele alınması yerine -dünyadaki rüzgârın da etkisiyle- antropolojik araştırmalar çerçevesinde kafatası ölçümlerine varan çarpık bir anlayış revaç bulmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi-Faşist-Falanjist blok kaybedip liberal-demokrasi bloğu kazanınca rüzgâr tersine döndü. Kültür ve emel birliğine dayalı millet ve milliyetçilik anlayışı geri döndü.
***
Uzun sözün kısası: Misak-ı Milli metnindeki ırk kelimesini de bugünkü sözlük anlamıyla karşılamaya kalkışmadığımız takdirde problem çözülmüş olur.