Millet olmak şehirli olmak
En azından modern anlamıyla millet teriminin doğru anlaşılması önündeki engellerin en önemlisi bizim toplumsal zihin dünyamızın -sosyolojik gelişmemizle paralel biçimde- “politik birlik” aidiyetini veya vatandaşlık kavramını ne ideal olarak ne de fiili durum olarak içselleştirmemiş olması. Bu da son tahlilde ihtiyaç hissedilmemesinden. Soy birliği, hemşehrilik gibi modern öncesi aidiyet referansları yerine vatandaşlık ve milli kimlik aidiyetlerinin benimsenmesi için belirli bir sosyolojik aşamaya ulaşmak gerekiyor.
Nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşayan ve feodal ilişkilerin az çok devam ettiği bir ülkede modern anlamda bir toplumdan söz edilemezdi zaten. Her ne kadar 1950’li yıllardan itibaren yaşanan köyden kentlere göç sürecinde giderek kır nüfusu azalıp şehir nüfusu artmış olsa da şehir nüfusunun söz konusu plansız göç ve çarpık şehirleşme dolayısıyla sosyo-kültürel anlamda şehirli niteliği taşımaktan uzaklaşmış olması ayrı bir problem. Yani kırsal nüfusu göçle şehirlileştiremediğimiz yetmiyormuş gibi eldeki şehir nüfusu da nitelik kaybetti bu süreçte.
***
Hem maddi bakımdan toplumsal dayanışma ihtiyacının hem de manevi bakımdan insan türünün aidiyet ihtiyacının doğurduğu bir sığınak olarak mikro kimliklerin revaç bulmasının zemini galiba burası. İstanbul’un veya Diyarbakır’ın Londra’dan veya Hamburg’dan farkı modernleşme süreçlerinde ulaşılan aşamayla ilgili. Çünkü, biliyorsunuz, Weber’e göre antik çağlarda şehirler akrabalık temeline dayanır. Modern çağlarda ise milli devlet temeline. Bunu tersinden okuduğunuzda ise soya bağlı kimlik aidiyetlerinin egemen olduğu toplumsal yapıların modernleşmenin pek ileri bir aşamasında olmadıkları söylenebilir.
Haddizatında şehirleşmenin temsil ettiği modernleşme üretimden ziyade ticari etkinliklerin gelişmesine paralel olarak iktisadi bir ihtiyaç olarak vatandaşlık haklarının geliştiği ve bireylerin bu anlamdaki hukukları adına mücadele verdikleri bir süreçtir. Bu durum sadece bugüne mahsus olmayıp geçmişteki bütün medeniyetlerde de üç aşağı beş yukarı aynı şekilde tecrübe edilmiş bir olgu. Yine de fazla uzağa gitmemek adına yakın tarihin ve yakın coğrafyanın örnekleri üzerinden ele alalım bu konuyu…
Daha çok kapitalist dönemin başlangıcında Avrupa kentlerindeki burjuva sınıfının iktisadi ihtiyaçlarına dönük olan söz konusu vatandaşlık hakları mücadelesi bilahare kapitalizmin yoğun üretim aşamasında işçi sınıfının hak mücadelesini de doğuracaktır. Gerek burjuvazinin gerekse proletaryanın çıkar mücadelesi kimi zaman görünürde kimlik mücadelesi altında verilmiş olsa da asıl olarak iktisadi ve hukuki bir zeminde ortaya çıktığı tartışmasızdır.
Çok sonraki tarihlerde sanayileşmiş refah toplumlarında görülen kimlik çatışmaları bile iktisadi çelişkilerle açıklanmaya uygun toplumsal hadiselerdir. Belçika’daki Flaman-Valon çatışması; İtalya’daki Kuzey Ligi veya İspanya’daki Katalan milliyetçilik hareketi gibi…
***
Batı Avrupa’nın gelişmiş toplumlarında görülen bu türden mikro milliyetçilik örneklerinin bizim açımızdan en önemli özelliği ise geçmiş tarihlerdeki veya başka coğrafyalardaki benzerlerine nispetle daha az fizikî şiddete dayalı olmaları… Şimdi aslında “Batı’nın teröristi bile bizdekinden daha az kan döküyor” diye konuşan aşağılık kompleksli bir oksidentalist gibi görünmek istemem ama bizdeki örnek malum. Sadece PKK’nın terör eylemlerinden söz etmiyorum. Temelde yine “kimlik hareketi” sayılması gereken fundamentalist örgütler de şiddete başvuran hatta şiddeti yücelten bir ideolojik temele sahipler. IŞİD’in yaptıkları bir örnek. 15 Temmuz’da gördüğümüz üzere masum insanları gözlerini kırpmadan öldürebilen FETÖ başka bir örnek.
Devletlerin uyguladığı siyasi şiddet örneklerini -mesela 65 milyon insanın can verdiği İkinci Dünya Savaşı’nı- bir kenara bırakacak olursak Batı toplumlarında bireysel şiddet, bizde ise grup şiddeti daha fazla sanki. Yani bizim insanımız tek başına kaldığında daha barışçı, kendine benzer kişilerle bir araya geldiğinde şiddete daha yatkın olabiliyor. Genellemeler daima hatalıdır ama göreli olarak bugün Batı toplumlarında bunun aksini gözlemlemek mümkün.
Soru: Peki, yazının başında
modernleşmeden ve şehirleşmeden bahsederken yazının sonunda buraya nasıl geldik? Cevap: Modernleşme ve şehirleşme sürecinde karşılaştığımız problemler bizi buraya getirdi…