İslamcılar mı yanaşmalar mı?
16 Nisan’daki referandumun sandık sonuçları analiz edildiğinde ortaya çıkan net bir olgu vardı: Evet cephesinin destekçisi partilerin son genel seçime göre oy oranları yüzde 65 civarında olduğu halde anayasa değişikliğine kabul oyu verenlerin oranı yüzde ellinin biraz üstündeydi. Ayrıntılı analizler gösteriyordu ki AK Parti tabanında tıpkı 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi ciddi miktarda bir fire gerçekleşmiş; ancak MHP ve HDP tabanlarından gelen destekle referandum zar zor geçirilebilmişti.
Bu noktada parantez içinde şunu da söylemek lazım: Hem MHP tabanından hem de HDP tabanından oy geçişi sağlayabilmek ciddi bir imkân ve önemli bir başarı. AK Parti yönetimi bu potansiyelini iyi değerlendirmek durumunda. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde atılacak adımların bu hassas dengeyi bozmaması gerekiyor. Çünkü artık yeni sistemde iktidar yüzde ellinin üzerinde oy almayı zorunlu kılıyor. Yani AK Parti ve Erdoğan için çıta artık eskisinden daha yüksekte ve bunun için riske girmek çok daha zor.
Ne var ki evdeki bulgurdan olmak daha büyük bir risk. Çünkü 7 Haziran’da “partiye mesaj vermek amacıyla” hareket ettiği varsayılan ve son referandumda da ‘evet’ demediği, hatta ‘hayır’ oyu verdiği anlaşılan yüzde ona yakın bir kitle var AK Parti tabanında. Siyaset uzmanlarının memnuniyetsiz muhafazakârlar veya rahatsız modernler gibi bazı adlandırmalarla söz ettikleri bu kesimin rahatsızlıklarının ve memnuniyetsizliklerinin ne olduğu ve ne talep ettikleri ciddiyetle ele alınmadan girilebilecek yeni bir seçimin sonucundan emin olmak mümkün değil.
***
Son zamanlarda gündeme gelen İslamcılar-yanaşmalar tartışmasını işte bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Çoğunlukla AK Partinin muhafazakâr çizgisiyle irtibatsız, bu geleneğin taşıyıcı isimleriyle geçmişte yolu hiç kesişmemiş ve önemli bir bölümü ara istasyonlarda Fethullah Gülen kontenjanından iktidar trenine binmiş kişiler şimdilerde dağdan gelip bağdakini kovarcasına bir tutumla Erdoğancılık adı altında Erdoğan’ın eski arkadaşlarını tasfiye projesinde istihdam ediliyorlar.
Siyasette eleştirisiz desteği, istişaresiz çalışmayı, sorgusuz itaati çekirdeksiz üzüm gibi iyi bir şey zannedenler bugüne kadar bu projenin üzerine kaplanmış şekerin tadını aldılar; şimdi o şeker kaplamasının altındaki zehir ortaya çıkıyor.
AK Parti’nin kuruluşunda alın teri olan, 15 yıllık iktidar döneminin başarılarında pay sahibi ve hepsinden önemlisi bu parti etrafında oluşan siyasi kimliğin temsilcisi durumundaki Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Ali Babacan gibi isimlere karşı yürütülen akıl almaz saldırı kampanyasının giderek “İslamcı” diye tanımlanan çok geniş bir kesimi içine alacak şekilde genişletilmiş olması, bu geleneğin saygın entelektüellerinden sivil toplum temsilcilerine kadar yüzüne bakılır kim varsa linç edilmesi son tahlilde bu partinin tabanıyla yönetimi arasına duvar örmekten farklı bir iş değil.
***
Dolayısıyla siyasi akıl buna dur demeyi gerektirir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün yaptığı bir konuşmada bu konuya değinerek kendi isminin arkasına sığınan bir grup tarafından “reisçilik” adı altında özellikle sosyal medya zemininde yürütülen linç kampanyalarını sert ifadelerle reddetmesi olumlu bir adım.
Zira AK Parti’nin ve Erdoğan’ın tabanda hiçbir karşılığı olmayan ve toplumun hiçbir kesiminde itibar edilmesi söz konusu olmayacak kalitesiz, seviyesiz ve sevimsiz bir grup tarafından temsil ediliyor olmayı kabullenmesi düşünülemez. Siyaset aklı buna izin vermez.