İskilipli Atıf’ın katili Süleyman Nazif mi?
Bir önceki “cumartesi” yazısında sahte Abdülhamit hatıratı konusunda ortak görüşün bu metnin ilk versiyonunun Süleyman Nazif’in kaleminden çıktığı yönünde olduğunu yazmıştım. Dolayısıyla bu konuda “ilk günah” Türk edebiyatının coşkun nasirinin hesabına yazılmak durumunda.
En yakın dostlarından İbnülemin’in bile “hassa-i temyizden mahrum” dediği Süleyman Nazif ilginç bir kişilik. Sultan Hamid’e devr-i saltanatında muhalefet eden jöntürklerden biriyken 1908 Devrimi’nden hemen sonra İttihatçılarla da bozuşuyor. Bu bozuşmanın fikir temelli olmaktan ziyade “delidolu” yazarımızın bazı konulardaki şahsî kırgınlıklarından kaynaklı olduğu anlaşılıyor. Bilahare İttihat Terakki yöneticilerinin Türkçü politikalarına da İslamcı politikalarına da karşı çıkıyor. “Türküm ama Türkçü değilim, Müslümanım ama İslamcı değilim” sloganının mucidi. Ne var ki fikirleri itibarıyla düpedüz milliyetçi ve İslamcı.
“Mütevâtiren sâbit olan Hadis-i celile-i Nebeviye'den mâ-adâ, kitaplara hadis nâmıyla geçen sözlerden bir çoğuna benim imânım yoktur. (…) İmâm Ahmet, Ebû Davut ve emsâli bizim gibi beşer ve yine bizim gibi hatâ etmeleri muhtemeldir” diye yazmaktan çekinmeyen tipik bir İslamcı. En fazla değer verdiği ve saygı gösterdiği kişi Mehmet Akif. Hayran olduğu -ve hatta bir ara üslubunu bile taklit ettiği- bir başka üstadı Namık Kemal.
Ne var ki İslamcıların İtihad-ı İslam görüşüne karşı şunları söyleyen de yine Nazif: “İttihad-ı İslam’a nasıl itimad olunsun ki 93’de derbarı hilafeti saran Moskof ordusunun binlerce efradı Müslümandı. Ve bunlar Arafat dağında nasıl aşk ile, şevk ile tekbir getirirlerse, Şıpka Balkanında da öyle bir vecd ile ve heyecanla kurşun attılar. İslam İttihadı Namık Kemal Bey denilen pek hayalperest bir sabiyy-i edebînin dest-i dehasında eğilip bükülen bir oyuncaktan başka bir şey değildir. Fakat bu oyuncağa hâlâ bir sanem, bir mabud nazarıyla bakılıyor…”
****
Kültürel/ideolojik anlamda milliyetçi ve İslamcı sayılması gereken Nazif siyasi görüş olarak Osmanlıcılık projesinden vaz geçmemiş görünür. Bu görüşünü ise ne Müslümanların ne de Türklerin birliği konusunda iyimser olamayışıyla açıklar: “Damarlarımdaki kan halis Türk kanıdır. Ve eben an ceddin Müslümanım. (…) Bununla beraber, kanıma ve imanıma yemin ederim ki Cenubî Amerika’daki Patagonlar kadar Vasatî Asya’daki Türkler ve Şimali Afrika’daki Müslümanlar da bana yabancıdırlar. Ben öyle bir Türk ve Müslümanım ki yalnızca Osmanlı hissiyat ve menafiiyle muhakeme-i ef’al edebilirim."
Ne var ki İstanbul’un işgali esnasında gayrimüslim vatandaşlarımızın düşman ordusunu sevgi tezahüratıyla karşılaması Süleyman Nazif’e Osmanlıcılık görüşünün de pek gerçekçi olmadığını gösterecektir. “Kara Bir Gün” yazısı o gün bütün milletin hislerine tercüman olur: “Fransız generalinin dün şehrimize varışı münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş, Türk’ün ve İslâm’ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir yara açtı. (…) Alman orduları 1871 senesinde Paris’e (girdiğinde) bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim (…) hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştı. Çünkü Fransız adını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar matem-i millî karşısında, aynı yakınma ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.”
Bu yazının kamuoyunda uyandırdığı heyecan üzerine Süleyman Nazif işgal güçleri tarafından hiç sevmediği İttihatçılarla birlikte Malta sürgününe gönderilir. (Aslında bilinen kişiliği hesaba katıldığında o dönemde Malta’da olmasaydı Millî Mücadele’ye de muhalefet edebilirdi diye düşünülebilir.)
Eski “Osmanlıcı” Nazif’i Cumhuriyet devrinde ise neredeyse Osmanlı olan her şeyden nefret biçiminde tezahür eden bir haletiruhiyeyi dönemin aydınlarının çoğunluğuyla paylaştığını göreceğiz. Tabii yine birtakım gelgitlerle beraber…
****
Sadede gelirsek… Prof. Ali Birinci’nin önceki yazıda sözünü ettiğim “hatırat” incelemesinde Süleyman Nazif’den söz ederken bir dipnotta şunları söylüyor: “Süleyman Nazif’in âni bir öfke ve aşırı asabiyet neticesinde yazdığı başka metinler de bulunmaktadır. (…) İskilipli Âtıf Hoca merhumun Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli risalesine yazdığı İmana Tasallut isimli reddiyesi bu kâbildendir. Bu risâle Âtıf Hoca’nın idamına vesile olmuştur.” (Mütebahhir tarihçimiz bir başka yazısında ise bunu merhum Nurettin Topçu’nun özel sohbetlerinde dile getirdiği bir görüş olarak zikretmişti.)
Bu merkezde bir “hassasiyet”i Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin Süleyman Nazif maddesini kaleme alan Muhammet Gür de sergiliyor: “Polemikçi bir yanı da bulunan Süleyman Nazif (…) Âtıf Hoca’nın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserindeki görüşlere karşı çıkmış, Âtıf Hoca’nın şapka inkılâbından sonra idam edilmesi üzerine töhmet altında kalmıştır.”
Batarya ile Ateş yazarının öfkesi, aşırılıkları, fevrî tavırları, dengesizlikleri, aklından ziyade hisleriyle hareket etmesi vs. bilinen hususlar… (Mesela, İzmir Suikastı davasında idam edilen “eniştesi” Şükrü Bey’in ardından kullandığı ifadeler İttihatçılara duyduğu öfke yüzünden bazen insanî niteliklerini bile unutabildiğinin örneği…)
Ama yine de Atıf Hoca’nın idamından Nazif’in sorumlu sayılması fazla ağır bir suçlama değil mi?
Bu girizgahın ardından, konunun detaylarını bilahare tartışmaya çalışacağız…















'HACI MURAT' ta yazmış diyeler, böyleleri katıla katıla gülmekten ölemeyip, fazla fazla gazla katıla katıla gülerek öleler... Gülemeyip ölenlere de mürekkep hatası diyeler. Digidataşorlar da öle, öle; öyle böyle değil yumuşak, yamuşak, satışa koşa koşa.
Yanıtla (0) (0)"İstiklal Mahkemesi'nden beraat kazanıp Ankara'dan avdetimde Darulfünun müderrislerinden Ferdi Beyle birlikte, [Süleyman Nazif] geçmiş olsun demeye gelmişti. Kapıdan girer girmez, müştakane boynuma sarıldı. Atıf Efendi'nin idamına teessür ve teessüfünü söyledi. Hatta onun tevkifini gazetede okur okumaz polis müdüriyetine gittiğini, Muavin Aziz Hüdai Beyle görüştüğünü, tevkifine sebep aradaki münakaşa ise onun sırf ilmî bir mübahase bulunduğundan bahseylediğini anlattı. Ben ise bir hayret hali göstererek sadece: - Ya! dedim ve bahsi değiştirdim. Sonra
Yanıtla (0) (0)Neden Nazif'in gel gitleri diye anlamaya çalışıyoruz frklı şart ve zamanda şahit olduklarına.Bizde de bukelemun tipte bir çok adam var..Şimdi biz bu adamaları görüp,lan bunların bailarım islamcılığına desek hata mı emiş oluruz!El yapınca dinsiz ve kafir,kapitalist, münafıklıgını koymaz iken kendi sömürgen, rantçı , talancı, hırsızlarımıza itiraz ve isyan edince yanlış mı yapmış olacağız.! S.Nazif'ten önce kızdığı adamların eylem ve sözlerine bakmayı denesek!! Misal,şu an ki siyasi ve dini liderlerin hangisi 16 yıl önceki kişiye benziy
Yanıtla (0) (0)Atatürk ve arkadaşları hakkında verilen idam fermanının arkasında iskilipli'nin olduğunu, Atatürk'ün bunu bildiğini ama ispat edemediğini, şapka olayını bahane olarak kullandığını duymuştum.
Yanıtla (0) (0)Kader açısından kaza olmuş( yaşanmış ) şeyler hakkında konuşurken, en fazla muhtemelen olabilirdi diyebiliriz. Zahirde bardağı taşıran şey S.Nazif' in yazısı olabilir.Fakat kurt koyunu yemeyi kafaya koyduysa, sizi buraya tıkan kuvvet bunu istiyor denmişse.Şaka mı İstiklal Mahkemesinden bahsediyoruz.(1925). Merak uyandıralım diye dipin oylumunu bilmediğimiz konuda günaha da girmiyelim.Bu adamlar kendi çapında kahramandı, bırak hesap ahirette ödensin!.
Yanıtla (0) (0)Aklımda yanlış kalmadıysa şöyle bir anekdot okumuştum: Bir gün Abdullah Cevdet Süleyman Nazif'e, "Azizim,bir mürettip hatasına kurban gittim" der.S.Nazif "Ne oldu?" diye sorunca, "Vatanın öksüzüyüm yazmıştım,vatanın öküzüyüm,şeklinde çıkmış gazetede" der.Süleyman Nazif de "Buna mürettip hatası değil,mürettip sevabı denir"diye cevap vermiş.
Yanıtla (0) (0)Süleyman Nazifi'in gel-gitleri nedense bazı sözde münevverlerimizi ve akla ziyan siyasetçilerimizi hatırıma getirdi. Oradan oraya savrulan, bir gün ayrı öbür gün ayrı telde şakıyan, sevgisinde ve nefretinde ölçüsüz, hiddeti haddi aşan... ALLAH bu güzelim vatanın birlikteliğine sahip çıkacak, fitne ateşini söndürecek, inanları ve insanimizi birbiriyle kucaklaştıracak akl-ı selimi tez zamanda nasip etsin.
Yanıtla (0) (0)