İskilipli Atıf neden idam edildi
İskilipli Atıf Hoca Türk toplumunun bugünkü siyasi ve ideolojik kamplaşması çerçevesinde “sembol” isimlerden biri durumunda. Bu yüzden lehinde yazılanlar da aleyhinde söylenenler de tarihî gerçekleri yansıtmaktan çok uzak. Oysa “yaşayanlara saygı borçluyuz, ölenlere tek borcumuz ise hakikat.”
İşin aslına bakarsanız, Atıf Hoca’nın kimliği, faaliyetleri ve şapka risalesinden dolayı yargılanması hakkında kimsenin elinde diğerlerinden farklı bir bilgi/belge yok ama herkes kendi anlayışına göre bunları eğip bükerek farklı sonuçlar çıkarıyor.
Sözgelimi kimileri İskilipli Atıf Hoca’nın -şapka inkılabından önce yayımladığı- Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinden dolayı değil, Millî Mücadele aleyhindeki faaliyetleri yüzünden idama mahkûm edildiğini ileri sürüyorlarsa da iddianame “sözkonusu risalenin şapka inkılabı aleyhindeki toplumsal protesto eylemlerini yönlendirmek amacıyla belli yerlere gönderilip dağıtıldığı suçlamasına” dayanıyor. Sanık tarafından reddedilen bu suçlamanın somut bir kanıtı da ortaya konulmuyor. Diğer taraftan, Millî Mücadele sırasında Yunan uçaklarından Anadolu üzerine atılan ve halkı Kuvayı Milliye’ye karşı gelmeye çağıran bildirinin hazırlanmasındaki rolü sorgulanan Atıf Hoca bu suçlamayı da reddediyor, bir gazetede buna karşı tekzipname yayımladığını hatırlatıyor. Atıf Hoca ile birlikte yargılanan Tealî-i İslam Cemiyeti üyelerinden Tahirülmevlevi de hatıratında sözkonusu bildirinin Şeyhülislam Mustafa Sabri tarafından hazırlandığını ve Atıf Hoca’nın -ve kendisinin- bu bildirinin cemiyet adına neşredilmesine itiraz edenler arasında bulunduğunu söylüyor.
Ancak daha önce yine başka bir siyasi bildiri yüzünden dağıldığı söylenen Cemiyet-i Müderrisin yerine kurulan Teali-i İslam Cemiyeti’ne önceki derneğin üyeleri arasından katılan -Şeyhülislamın damadı ve yakın bir arkadaşı hariç- tek kişinin İskilipli olması, Mustafa Sabri’yle aralarında ciddi bir fikir ayrılığının sözkonusu olmadığını gösteriyor olmalı… (Said Nursi, Bursalı Mehmet Tahir, Eşrefzade Şevketî gibi isimler yeni kurulan cemiyette yer almamışlardır.)
***
Burada işaret edilmesi gereken bir husus var. İki ayrı tarihteki iki ayrı bildiri birçok kaynakta birbirine karıştırılıyor. Cemiyet-i Müderrisin’in 26 Eylül 1919 tarihinde yayımladığı bildiride doğrudan Kuvayı Millîye aleyhinde ifadeler yer almaz, o günlerde Ankara’ya karşı Damat Ferit hükümetine desteğini açıklayan bir beyanname yayımlamış olan padişaha bağlılık ifadeleri vardır. (Yani dolaylı olarak Millî Mücadele’ye muhalefet.) Cemiyeti Müderrisin’den ilk istifalar bu bildiriye -siyasi içerikli olduğu için- tepki gösteren üyelerden gelmiştir.
1920’de Yunan uçaklarıyla atılan bildiri ise Teali-i İslam Cemiyeti imzasını taşımaktadır ve cemiyetin başkanı Atıf Efendi ile üyelerden çoğunun itirazına rağmen “fiili başkan” durumundaki Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin isteğiyle yayımlanmıştır. Dili, üslubu ve kurgusu itibarıyla adı geçen müderrislerden ziyade -belki Refik Halit gibi- bir edebiyatçının kaleminden çıkmış olduğu izlenimini veren bildiride çok ağır ifadeler vardır: “Ey kahraman askerler! Harb senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zâlimler de var idi! (…) Elinize aldığınız fetvâ-i şerif ki Allah’ın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allah’ın emrine halifenin fermanına ittibâen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz.”
Başkanı olduğu cemiyet adına bu bildirinin yayımlanmasına karşı çıkan İskilipli Atıf’ın -ve Teâlî-i İslâm Cemiyeti çevresinde yer alan diğer arkadaşlarının- Millî Mücadele karşısındaki genel tutumunun olumlu olduğunu söylemek ise pek kolay değil. Bugün bile taraftarı olan “Yunan galip gelse daha iyi olur” yaklaşımı hakimdir bu çevrede genel olarak… Bu çevrenin lideri görünümündeki Mustafa Sabri’nin yazı ve beyanlarında bu görüş açıkça ifade edilir. Mustafa Sabri zaten Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a sığındı, orada yaşadı. Hatta “Türklükten istifa ettiğini” açıkladı.
***
Adı geçen cemiyetin başka sabıkaları da var… Anadolu’daki Millî Mücadele’ye en büyük desteği veren Sovyetler’le işbirliğine engel olmak amacındaki İngilizlerin “Bolşeviklik İslam’a aykırıdır” fetvası talebini zamanın şeyhülislamı Haydarîzâde’nin kabul etmemesi üzerine Teâli-i İslâm Cemiyeti alelacele bolşevizm aleyhinde bir beyanname neşretmişti. (TDV İslam Ansiklopedisi’nin “Teâlî-i İslâm Cemiyeti” ve “Atıf Efendi” maddelerinde bu bildiri cemiyetin olumlu faaliyetleri arasında zikrediliyor.)
İskilipli Atıf’ın İstiklal Mahkemesi tarafından ciddi bir kanıta dayanmadan “kanaatle” idama mahkûm edilmesini adı geçenin “Millî Mücadele karşısındaki tutumu” dolayısıyla onaylamak veya hoş görmek doğru olmasa gerektir. Ancak bu haksızlığa itiraz ederken, fırsattan istifade, Teali-i İslam Cemiyeti mensuplarının Millî Mücadele karşısındaki tutumlarının da temize çıkarılması gerekmiyor elbette. (Yine TDV İslam Ansiklopedisi’nde sözkonusu cemiyetin “İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi”ği, hatta bu amaçla kurulduğu gibi “şaşırtıcı” iddialar yer alıyor. Cemiyet tarafından İzmir’in işgalini protesto eden bir bildiri yayımlanmış olması yeterli mi? O günlerde Sadrazam Damat Ferit Paşa da İzmir’in işgalini kınayan bir bildiri yayımlamıştı. O da mı Millî Mücadele’nin destekçisi sayılacak bu durumda?)
Diğer yandan, şu da var: Millî Mücadeleye karşı çıkan, Kuvayı Millîye aleyhine en sert yazıları yazan kişilerin hiçbiri Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra yargılamaya tabi tutulmamış, çoğu (150’likler) sürgüne gönderilmiş, bilahare affa uğrayıp ülkeye dönmüşlerdir. (Mevlanzade Rıfat, Refik Halit, Rıza Tevfik, Refii Cevad vs…) Dolayısıyla İskilipli Atıf’ın “şapka risalesi” bahanesiyle yargılandığı mahkemede Millî Mücadele karşısındaki tutumundan dolayı da suçlanıp cezalandırılması hayatın tabii akışına aykırıydı.
Bana sorarsanız, İskilipli Atıf’ın o günlerdeki “inkılap”ların toplumsal tepkilere yol açması endişesiyle belirli kesimlere gözdağı vermek üzere seçilmiş bir figür olduğunu, Millî Mücadele karşıtı kimliğinin de bu seçimi kolaylaştırmış olduğunu düşünmek daha mantıklı.