İskender Hoca’nın “üç mesele”si
Günümüzün en dikkate değer fikir adamlarından biri bence Prof. İskender Öksüz. Bizim gazetenin Görüşler sayfasında zaman zaman çıkan makalelerinden fikir derinliğini biliyorsunuzdur zaten. Yine bildiğiniz gibi, milliyetçi bir aydın İskender Hoca ama paradoksa bakın ki aynı zamanda değerini kendi milletinden çok yabancıların bildiği bir bilim adamı. Tıpkı Yale Üniversitesinden hocası Prof. Oktay Sinanoğlu gibi…
Oktay Sinanoğlu’nu artık tanıyoruz sayılır. En azından adını biliyoruz. Rahmetliyle 1993’te veya 94’de bir röportaj yaptığımda daha 28 yaşında Yale’a profesör olan, o günden itibaren buluşları ve yayınlarıyla bilim çevrelerinde hep parmakla gösterilen bilim adamını Türkiye’de pek tanıyan yoktu. Emeklilik yıllarında geri döndüğü ülkesinde “yabancı dille eğitim” karşıtı kampanyası ve -Chomsky’yi hatırlatan- siyasi çıkışlarıyla tanıttı kendisini. Yani bilim adamı kimliğini bilen yine yok. (Malumunuz, Chomsky dilbilimde çığır açan buluşlara imza atmış bir bilim adamıdır ama ülkesinin dış politikasına yönelik ilginç -veya eksantrik- çıkışlarıyla dikkat çeken bir solcu aydın olarak tanınıyor bütün dünyada.)
Oktay Sinanoğlu’nun öğrencisi ve meslektaşı İskender Öksüz yazılarında veya kitaplarında “prof” unvanını kullanmaz. Profesör olduğunu duyanlar da sosyal bilimler alanında çalışan bir akademisyen zannederler Öksüz’ü. Oysa kendisi Teorik Kimya profesörüdür.
Prof. İskender Öksüz geçtiğimiz günlerde çıkan yeni kitabında arkadaşı ve hocası Sinanoğlu’nun ortaya attığı “çok elektron teorisi”nin 1960’ların akademik dünyasında uyandırdığı “sükse”yi anlatıyor. Yale’de doktoraya kabul edilmiş bulunan genç İskender Öksüz de o süreçte yayımladığı üç makaleyle bilim çevrelerinde o derecede sükse yapmıştır ki ayrıca bir “doktora tezi” yazmasına gerek duyulmaz. O üç makale tez olarak kabul edilir.
O yıllarda Yale’in dışındaki başka Amerikan üniversitelerinde de Sinanoğlu ve Öksüz gibi çok sayıda parlak ve genç Türk bilim adamı vardır. Hepsi de Türkiye’deki okullardan yetişip gelmiş gençler. (Demek ki o yıllardaki eğitim sistemimiz iyi işleyen bir sistemmiş.)
***
Sinanoğlu ve Öksüz başta olmak üzere hepsi de vatansever insanlar olan bu genç bilim adamları ülkelerinin kalkınmasına hizmet amacıyla ve büyük heyecanla Türkiye’ye dönüş yaparlar. 1968’de Sinanoğlu ve üç Türk öğrencisi (Timur Halıcıoğlu, Önder Pamuk ve İskender Öksüz) ODTÜ’de Teorik Kimya bölümünü kurarlar. Başlangıçta heyecan ve ümit baskındır. Dünyaca ünlü Nobel ödüllü bilim adamlarının katılımıyla gerçekleştirilen bilimsel toplantılar, yayınlar, buluşlar, tezler… Ama devran böyle sürmez. “Ortamın liyakat, başarı ve bilimden uzak kriterlerle işlediği gün geçtikçe belli olmaktaydı” diye anlatıyor İskender Öksüz o günlerde içine düştükleri toplumsal atmosferi…
Zaten bu sırada Avrupa’daki 1968 rüzgarının etkisi Türkiye’ye ulaşmış, ODTÜ de giderek “devrim”in merkez üslerinden birine dönüşmüştür. “Faşist” hocalar baskı ve tehdit altındadır. Fiziki saldırılar başlamıştır. Öksüz “ODTÜ Teorik Kimya bölümü kurulurken bizim bunlardan pek haberimiz yoktu” diyor. Önce Sinanoğlu, sonra diğerleri ayrılmak zorunda kalırlar; çoğu yurtdışına gider. Büyük ümitler bağlanan Teorik Kimya bölümü de kapanır. Bu “macera”nın sona erişinde “milli demokratik devrim” hayali kuran zümre kadar yeni bir bölümü kendi idari otoritesine tehdit olarak algılayan kimya bölümü başkanı gibi akademisyenlerin de payı vardır İskender Öksüz’e göre.
ODTÜ Teorik Kimya bölümü devam etseydi ne olurdu sorusunun cevabını bir alıntıyla veriyor Öksüz: “Bir ülkenin belli bir seviyesi varsa ve siz onu yükseltmeye çalışırsanız, yerel başarılar elde edebilirsiniz. Bu, ülkeyi örten bir branda bezini bir noktadan yukarı doğru ittirmeye benzer. Önce küçük bir alanın direnci vardır ve kolayca yol alırsınız. Fakat belli bir yükseklikten sonra, brandanın gittikçe daha geniş bir parçası sizi aşağı çekmeye başlar. Nihayet bütün ülkeyi örten ağırlığı kaldırmanız gerekir ki buna gücünüz yetmez.”
***
“İskender Öksüz’ün yeni çıkan kitabı” dedim ya, burada yazdıklarıma bakıp da yanlış anlamayın, bu bir hatırat kitabı değil. (Umalım ki Hoca zengin hatıratını da bir ara kaleme alsın.) Büyük bölümü daha önce yayınlanmamış olan özgün fikir yazılarından oluşmuş bir eser. “Bilim, Din ve Türkçülük” başlığını taşıyan kitapta Öksüz’ün birbiriyle bağlantılı üç alandaki “üç mesele” hakkında bir yandan özgün bir yandan da sentezci fikir ve görüşleri yer alıyor.
Ama benim çok önemsediğim bu görüşleri tartışmak için yerimiz kalmadı. Gazete yazısının kaderi bu: Öksüz Hoca’nın -artık yeniden “Türkçülük” diye adlandırmayı tercih ettiğini açıkladığı- milliyetçilik konusundaki bazı görüşlerini yorumlamak ve kendimce bazı itirazlarımı dile getirmek üzere masa başına geçtim ama konu oraya gelmedi. Başka bir sefere artık…