‘İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği’
Dikkatinizi çekmiştir muhakkak, İran’da geçtiğimiz hafta başlayan -veya başladığı duyulan- sokak olayları yoğunluğunu her geçen gün arttırırken Cumhurbaşkanı Ruhani olayların dördüncü veya beşinci günü çıkıp ilginç bir açıklama yaptı: “Anayasaya göre halkın eleştiri ve protesto yapma hakkı vardır. Hükümet yasal eleştirilere ve protestolara alan sağlamalı.”
Gerçi yapılan eylemler hükümetçe yasadışı kabul ediliyor ve protesto gösterilerine katılanlardan şiddet esirgenmiyor ama yine de cumhurbaşkanının sözlerindeki rahatlık veya özgüven ilgi çekici. Bunu yalnızca dış dünyaya yönelik bir şov gibi de görmemek lazım. Birilerinin aklına Arap Baharı’nı, birilerinin aklına aynı ülkenin 40 sene önce yaşadıklarını getiren sokak eylemleri İran devlet kademesinde beklenen ölçüde paniğe yol açmış görünmüyor. Neredeyse her zamanki “Amerika düğmeye bastı” açıklamalarında ve sokağa yönelik tehditlerde bile panikten ziyade sükûnet var. Bu gerçekten ilginç.
Özellikle dışarıdan bakıp bu ülkede olup bitenlere ilişkin yorum yapanlar arasında 1978-1979’daki sokak hareketlerinin rövanşıyla karşılaştıklarını zanneden -veya ümit eden- bunca “İran uzmanı” varken…
Muhtemelen İran’ı yönetenler karşılarındaki sorunu henüz akut niteliği kazanmamış kronik bir sorun olarak görüyorlar. Çünkü sokaktaki insanların ortak bir hedefi, ortak bir talebi yok. Birbirleriyle ilgileri de yok. Dolayısıyla liderlikten mahrum durumdalar. (Bütün bu “yok”ların anlamı: ne kadar yaygın ve geniş ölçekte de olsa organize olmayan bir halk hareketinin organize devlet gücü karşısında başarıya ulaşma ihtimalinin olmayışı.)
1979’da durum öyle değildi. Sol ve liberal müttefikleri olsa da sokağın sahibi molla sınıfıydı ve İran’daki Şii molla sınıfı kendiliğinden bir hiyerarşiye sahip olduğu için zaten liderlik sorunu da söz konusu değildi.
Ama İran Cumhurbaşkanının rahatlığının tek sebebi bu değil herhalde. Ruhani siyasi çizgi olarak ülkede toplumun daha serbest, devletin daha az otoriter olmasını isteyen zümrenin temsilcisi. Toplumu baskı altında tutarak rejimi korumaya çalışmanın yanlış olduğunu, rejimin yeni ihtiyaçlar ve yeni taleplere uygun şekilde yenilenerek korunabileceğini savunuyorlar. Dolayısıyla sokaktaki olaylar “liberal” diye tanımlanan bu kesimin haklılığını gösterdiği için Ruhani ve arkadaşlarından ziyade “muhafazakâr” denilen kesimi kaygılandırıyor olmalı. Çünkü toplumun birtakım taleplerinin yerine getirilmesinin rejimin kaybı olarak görülmesi bir yana, liberal kanadın haklılığının ispatlanması ayrı bir mutsuzluk kaynağı bu kesim için.
***
Bu noktada şunu da hatırlatmak lazım: İran’ın mevcut siyasi sisteminde yönetimin liberal veya muhafazakâr kanatlarının etki gücü çok sınırlı aslında. Ülkede bütün ipler “dini lider”in elinde. Dini lider bazen bu kanatlardan birine yol veriyor, bazen öbürüne. Toplumdaki talepler, ihtiyaçlar, dalgalanmalar doğrultusunda ve tabii “seçim sandığı” aracılığıyla gerçekleşiyor bu nöbet değişimleri ama sandığın evrensel standartlarda adil ve güvenli olup olmadığı da büyük bir tartışma konusu İran’da. (Anlaşıldığına göre, bazı Asya ve Afrika diktatörlüklerinde olduğu kadar göstermelik değil sandık bu ülkede ama Avrupa demokrasilerindeki kadar şeffaf ve adil sayılması da mümkün değil.)
Haddizatında sağcılar da kazansa solcular da kazansa sonuçta “majestelerinin hükümeti” yönetiyor ülkeyi. Zaten oradaki cumhurbaşkanı yetkileri itibarıyla yarı başkanlık rejimlerindeki başbakan gibidir. Asıl güç dini liderde.
***
Sokak eylemlerinin gitgide yayılmasına rağmen İran’ı yöneten zümrenin rahatlığının bir sebebi de yukarıda sözünü ettiğimiz siyasi yapı. Yani merkezinde veya başında dini liderin oturduğu devlet mekanizması.
Bu mekanizmada dikkat çeken ilk nokta, görünüşte molla sınıfına dayanmasına ve demokrasinin daha ziyade şekil şartlarına uygun işlemesine rağmen İran’ın mevcut siyasi yapısının oligarşik bir mahiyette olmayışı. İkincisi, devlet kurumlarının varlığını ve bağımsız işleyişini iyi kötü sürdürüyor olması. (Tıpkı -yine demokrasinin ancak şekil şartlarına sahip olan- Rusya’da olduğu gibi…)
İkide bir kullandığımız “İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği” klişesinin anlamı galiba bu noktada aydınlık kazanıyor. İran’da 1979’da gerçekleşen “İslam Devrimi” ülkenin siyasi rejimiyle birlikte neredeyse her şeyini değiştirdi. Ama devlet sisteminde kurumsal yapılar değişmedi. Daha doğrusu yeni hedefler, yeni araçlar ve bir ölçüde de yeni kadrolarla işlevini yerine getiriyor bunlar.
Söz gelimi 1979 Devrimi’nin ihdas ettiği dini liderlik kurumu aslında devlet hayatındaki “Şah figürü”nün yenilenmesinden ibaret. “Şah” figürü İran siyaset kültürünün vaz geçilmez esaslarından biri ve toplumda sınıfların, devlette kurumların birbirleriyle ahenk içinde varlıklarını ve işlevlerini sürdürmelerini sağlayan temel otorite. Şimdi adı değişti ama işlevi aynı. Devlet kurumları da toplumsal kurumlar da üç aşağı beş yukarı aynı anlayışla yenilendi.
Demek istediğim, kurumların işlediği ülkelerde sokaktan duyulan korku kurumların işlemediği ülkelerde duyulan kadar olmaz.