İngilizler Amerika’da ne pişiriyor

İngiltere’nin Brexit kararı ile ABD’de Trump’ın Başkan seçilmesi etkileri bakımından birbirinden ayırt edilmesi zor iki büyük gelişme bütün dünya açısından. Zira her iki hadise de dünya milletleri arasında bölgesel veya küresel işbirliği fikrinin çöküşünün habercisi olarak görülüyor.

İngiltere şimdiki “küresel hegemon” ABD’nin selefiydi. (Bazılarına göre ilk küresel hegemon Büyük Britanya İmparatorluğuydu, bazılarına göre ise Londra bayrağı Hollanda’dan devralmıştı. O da İspanya’dan. İspanyollar ise kuzenleri Portekizlilerden.) Birinci Dünya Savaşı’nın muzaffer galibi İngiltere’ye aslında bu galibiyet çok pahalıya mal olmuştu. Maliyesi çökmüş, başta Avrupa olmak üzere dünyanın geri kalanı üzerinde patronajını sürdürecek hali kalmamıştı. İngiltere’nin eski sömürgesi ABD ise o güne kadar izolasyonizm politikası çerçevesinde kalmış, Avrupalıların kendi aralarındaki çekişmelere karışmayarak sınai gelişimini sürdürmüş ve ekonomik bir dev haline gelmişti.

***

İngilizler sadece Basra Körfezi civarındaki birkaç devletçik gibi bazı “yükte hafif pahada ağır” işlerle ilgilenmeye devam ederek “dünyaya nizamat verme” görevini Washington’a bırakınca Amerikalılar bu yeni pozisyonlarına intibak etmekte zorlandılar. Çünkü izolasyonizm adı verilen dış politika anlayışı aslında konjonktürel bir tercih olmaktan çok “Amerikan ideolojisi”nin gereğiydi.

Yeni kıtada “Tanrı’nın krallığını” inşa ettiklerine inanan Evanjelist öncülerin torunları İngiliz dış politikasının incelikli işleyişini sürdürmekte zorlandılar. Amerikalıların çoğunluğu bizim dünyamızdan ayrı, kendilerine ait başka bir dünyada yaşadıkları için küresel hegemon rolünün hakkını veremediler. Önce, tabiri caizse ceplerinden para harcamadan dünya hâkimi olmanın tadını çıkarabileceklerini zannettiler; bunun mümkün olmadığını görünce ise züccaciye dükkanına giren fili kendilerine örnek alıp güç siyasetiyle ortalığı yıkıp dökerek hegemonyalarını sürdürmeye çalıştılar. Müdahalecilik adı verilen bu tutumun içeride tepki almasının bir sebebi bu yolla sonuç almanın aşırı maliyetli olduğunun görülmesi ise ikinci sebebi Amerika’nın kültürel genlerinde yer etmiş olan istisnacılık anlayışıdır.

Trump’ın ABD siyasetinde temsilcisi olduğu çizgi bu anlayışın fazla cüretkâr, fazla pervasız bir versiyonudur. “NATO’yu neden biz finanse ediyoruz” sorusunu bile sormaktan çekinmeyen bir yaklaşımın aynı zamanda küresel hegemonya iddiasına da sahip olacağını düşünmeye imkân yok. Trump için Ortadoğu veya özel olarak Suriye konusu yalnızca Amerikan iç kamuoyunu ilgilendiren boyutu itibarıyla önem taşıyor. Önemli olan bizi hedef alan IŞİD’in etkisizleştirilmesi; bilahare burada hangi gücün denetim kuracağı veya nasıl bir yapı oluşacağı bizi ilgilendirmez diyorlar. Yarın bizim çıkarlarımızı tehdit eden bir durum oluşursa o zaman gerekirse vurup kırarız, sorunu bir şekilde hallederiz nasıl olsa diye düşünüyorlar.

***

İzolasyonizmin veya istisnacılık siyasetinin Amerikan kültürel genleriyle ilgisini anlattık ama bugün içe kapanmacılık Batı dünyasının genelinde revaç bulan bir anlayış. Batı Avrupa ülkelerinde giderek güçlenen yabancı düşmanı, AB karşıtı, ırkçı, “izolasyonist” siyasi görüşler galiba tek tek birkaç ülkenin değil, belki bir medeniyetin içinden geçtiği krizin ifadesi olarak görülmeli.

Bu trendin en önemli dönemeci İngiltere’nin Brexit kararı oldu. Dolayısıyla dünyamızın bir önceki küresel hegemonunun tutumu bilhassa dikkat çekici. İngiltere’nin bugün Ankara’ya bir ziyaret yapmakta olan Başbakanı May önceki gün ABD’deydi. Cumhuriyetçi Parti’nin bir toplantısında konuştu ve ilginç şeyler söyledi. En başta “Liberal müdahalecilik devri bitti” sözü ilginçti. İngiliz Başbakanı’nın adeta yeni bir Monroe Doktrini öneren konuşmasını Cumhuriyetçi Amerikalıların da hararetle alkışladıkları görüldü. Theresa May belki de Brexit sonrasında yaşanabilecek ekonomik kayıpların telafisi amacıyla ABD ile imzalamak istediği ikili ticaret anlaşmasına yol yapmak için böyle konuşuyor.

Ancak yakın geçmişteki Reagan-Thatcher ortaklığı hatırlatılarak, “iki ülkenin birlikte yeniden dünyaya liderlik edebileceğinin” ifade edilmesi, öteki sözlerle çelişmesi bir yana, hiç inandırıcı olmayan bir retorik. Çünkü dünyaya liderlik etme vizyonu olan bir ülkenin AB’den ayrılması veya bir diğerinin dışarıda “herkes başının çaresine baksın siyaseti”ne yönelip içeride de izolasyonist dış politikanın ekonomik ayağını oluşturan korumacılık görüşünü esas alması düşünülemez.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum