Hem askeri hem siyasi başarı

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK unsurlarını etkisizleştirmek için başlattığı askerî harekât, çok şükür, hiçbir aksama olmadan devam ediyor. Uzun bir hazırlık süresi içinde planlandığı anlaşılan operasyonun “profesyonel başarı”sı ilgili uzmanların ortak tespiti. Siyasi bakımdan ise harekâtın Türkiye için dış politika kazanımlarına dönüşebilecek sonuçlar getirmesi mümkün ve muhtemel görünüyor.

Bu imkânın uluslararası ve bölgesel politik konjonktürün iyi değerlendirilmesi neticesinde ortaya çaktığını da söylemek lazım.

Bilindiği gibi, “PKK’nın Suriye kolu” olan PYD’nin varlığı dahi bizim için kabul edilemez bir durumken stratejik müttefikimiz ABD’nin ve konjonktürel müttefikimiz Rusya’nın bu örgütü desteklemeleri, hatta IŞİD’le mücadele bahanesiyle silahlandırmaları çok ciddi bir sıkıntı konusuydu yıllardır. Ancak daha önceki siyasi şartlar bu konuda elimizi kolumuzu bağlıyordu.

Yakın zamanda gerçekleşen bazı gelişmeler doğrudan milli güvenliğimizi ilgilendiren önemli bir tehdit unsurunun tasfiyesi yolunda hareket imkânı sağladı bize.

***

Ne PYD’nin bugünkü en büyük müttefiki ve hamisi Amerika ne de kurulup gelişmesindeki en büyük aktör Rusya bu örgütü hedef alan operasyona karşı güçlü bir itirazda bulunmadılar. Bunun bir değil birkaç sebebi var. İlki Washington ile Moskova’nın PYD ile ittifak konusundaki rekabetleri. Bu hususu biraz açalım. PKK, bilindiği üzere, kurulduğu günden bu yana -tıpkı IKDP, IKYB gibi diğer Kürt örgütleri gibi- hem bölgesel hem de küresel dengelere göre ittifak ve iş birliği ilişkilerini düzenleyen bir yapı. Açıkçası, ilk başta Rusya’nın kontrolü altında kurulan örgüt ileriki yıllarda zaman zaman Moskova’dan ziyade Washington’a yakın duran bir pozisyon benimsedi, bazen İran’la ve kimi Avrupa ülkeleriyle yakınlaştı, bazen bunlardan uzaklaştı.

Bizim vaktiyle iki kere denediğimiz “çözüm” süreçleri devam ettirilebilseydi örgüt Ankara’nın kontrolünde bir “sivil Kürt siyasi hareketi”ne dönüşebilecekti belki ama ona izin vermediler. İkinci Çözüm Süreci tam da Rojava’da bağımsız bir Kürt devleti fırsatı ortaya çıkınca bitti. Bu açık. Ancak şunu da unutmamak lazım: PKK propagandasının aksine Türkiye Cumhuriyeti devleti siyasi ve kültürel kodları itibarıyla bir Kürt politik antitesine kategorik olarak karşı değil. Sözgelimi başta varlığına şiddetle itiraz ettiğimiz Irak’taki Kürt bölgesel yönetimi “Türkiye dostu” pozisyona geldikten sonra neredeyse en yakın bölgesel müttefikimiz olmuştu. Ankara’nın itirazlarına rağmen yaptıkları referanduma kadar devam etti bu yakınlık. Elbette kendi Kürt vatandaşlarını ayrılıkçı eğilimlere yöneltebileceği kuşkusuyla Kürdistan veya Kürt devleti gibi kavramlara karşı bir refleksi var bu devletin ama yaşanan örnekler gösteriyor ki asıl mesele etnik kimlik konusuyla değil muhatabın dost veya düşman pozisyonunda olmasıyla ilgili.

Bir örnek daha: PYD’nin lideri Suriye içi savaşı sırasında İstanbul’a, Ankara’ya gidip geliyor, rejim karşıtı muhalif örgütlerden birinin temsilcisi olarak en üst düzeyde muhatap alınıyordu. Eğer içerideki Çözüm Süreci sona erdirilmemiş olsaydı belki de Suriye’nin kuzeyinde “Türkiye dostu” bir Kürt özerk bölgesi gündeme gelebilecekti. Hem Rusların hem de Amerikalıların hoşlanmayacakları bir ihtimal bu. Ama özellikle Rusların… Çözüm Süreci’nin sona erdirilip “devrimci halk savaşı” adı altında hendek terörünün başlatıldığı günler bizim Suriye’de henüz Rusya ile karşı saflarda olduğumuz günlerdi zaten. Hatta yanlışlıkla bir Rus uçağını düşürdüğümüz sırada PKK’nın hendek terörüyle mücadelenin en şiddetli dönemindeydik.

***

Bugüne dönersek… Geçen sürede önemli bir gelişme yaşandı. Kobani’de Amerikan kontrolü giderek arttı. Kobani ve Cezire kantonlarıyla kara bağlantısı olmayan Afrin kantonunda ise Rusların etkinliği devam etti.

Ruslar, bir görüşe göre, Rojava’nın yalnızca bu parçasını kontrol etmenin anlamlı olmadığını, Afrin PYD kontrolünde kaldığı müddetçe er geç Amerikan kontrolündeki Kobani ile birleşmesinin söz konusu olacağını düşünerek Türkiye’nin ısrarlarına çok fazla direnmeye gerek duymadılar. Bu analizi “PKK Rusları sattığı için Ruslar da PKK’yı sattı” diyerek kaba bir tarzda ifade edenler de var.

Afrin’e yönelik harekata Amerikalıların bazılarının beklediği şekilde ses çıkarmayışları ise buranın zaten “Rus bölgesi” olması dolayasıyla…

Bu analiz bir yere kadar ciddiye alınabilir ama daha geniş ölçekte bakıldığında bir başka resim var karşımızda: Suriye’de artık yeni bir siyasi mimarinin oluşumuna sıra geldi. Bunca zaman boyunca birbirinin kanını akıtan unsurların bir arada olmaları söz konusu olmayacağına göre bir parselasyona gidilecek. Bu konuda taraflar arasında epeydir bir uzlaşma sağlanamamıştı. Şimdilerde harita fiilen netleşmiş bulunuyor. IŞİD’in de iyi kötü tasfiyesi gerçekleştikten sonra rejim güçlerinin kontrolü altındaki bölge üç aşağı beş yukarı belli oldu. Rojava’nın da siyasi sınırları çizildi sayılır. Ama bizim Zeytin Dalı harekâtından sonra Afrin’in oraya dahil olma ihtimali ortadan kalktı.

Bu durumda “yeni Suriye”de başlıca iki siyasi bölge bırakılmış oluyor. Şam rejimi ve PYD. Sünni Araplar ve Türkmenler, yani Türkiye’nin desteğiyle rejime karşı savaşmış olan kesim için “hayat alanı” kalmıyor. Suriye’de yeni bir düzen kurmak konusunda anlaşmış olan ABD ve Rusya bu toplulukları ülkenin güneydoğusundaki büyük çöl bölgesine gönderemeyeceklerine göre onların da kendi ata yurtlarında bir özerk bölgesi olmak durumunda. Türkiye’nin daha önce Fırat Kalkanı ile başlattığı şimdi Zeytin dalı ile süren askeri girişimin siyasi boyutu bu. Yani ABD ve Rusya’nın direnç göstermelerini anlamsız kılacak ölçüde haklı gerekçelerimiz var.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum