Gerçi ‘paralı asker’ daha kârlı ama…

Devşirmelerden müteşekkil Kapıkulu sınıfı aracılığıyla yürütülen güç temerküzü bize özgü bir uygulama değil. Osmanlı merkezileşmesi sürecinde merkezkaç güçlere karşı Kapıkulu sınıfının öne çıkarılması siyasetinin bir benzeri, daha önce Abbasiler tarafından uygulanmıştı. Daha Emevîler döneminde orduda istihdam edilmeye başlayan Horasan Türkleri, Abbasilerin devlet yönetiminde ve orduda Arapların rolünü azaltma politikası gereğince ordunun en esaslı unsuru haline geldiler. Halife el-Mutasım zamanında ise Horasan Türkleri de geri plana atılarak doğrudan Orta Asya ülkelerinden getirilen köle askerlere dayanan bir ordu teşkil edildi. Bu köle askerlerin büyük bölümü, tıpkı Yeniçeriler gibi, henüz Müslüman olmamış topluluklardan küçük yaşlardayken seçiliyor ve aynı zamanda dini eğitim verilerek Müslüman olarak yetiştiriliyordu.

Asr-ı Saadet’ten ve Hulefa-i Raşidin döneminden itibaren bütün bir İslam fütuhatını gerçekleştirmiş olan İslam ordularını oluşturan Arap kabileleri, aynı zamanda iç iktidar çatışmalarında da aktif birer taraf olduklarından silahlı güç oluşturmaları, siyasi sakıncaları olan bir durumdu. Ordu son tahlilde devlet başkanının emrinde görünüyordu ama askerlerin mensubu oldukları kabilelerin siyasi çıkarlarına hizmet etmeyi öncelediklerine çoğu zaman şahit olunmuştu. Çünkü feodal ilişkiler Arap toplumunda siyasi ilişkilerden daima daha güçlüydü.

***

İşte bu yüzden Abbasi halifeleri Arap kabilelerinden oluşan bir ordu yerine doğrudan kendi emirleri altında olan ve hilafet makamından başka bir otorite tanımayan köle askerlerden düzenli bir ordu teşkilini yeğlediler. İşin aslı, Arap aristokrasisinin tehdidi altında nispeten sınırlı bir yönetim sürdürmektense mutlak disiplin altındaki profesyonel bir orduya dayanarak merkeziyetçi bir yönetim aygıtı kurmaya yöneldiler.

Ne var ki başlangıçta işler istendiği gibi gitse de bir süre sonra başka bir sorun baş gösterdi: Halife, toplumsal aktörlerin hepsini dışlayarak iktidarını sadece orduya dayandırınca iktidarı belirleme gücünü de ordu elde etmiş oldu. Başlangıçta merkeziyetçi bir yönetime imkân verdiği için olumlu bir işlev gördüğü düşünülen devşirme ordusu çok geçmeden halifenin kim olacağına bile karar verebilen siyasi bir güce dönüştü. Bu güç -doğal olarak- kendi asli vazifesini yapmak yerine elindeki silahı kullanarak devleti yönetmeye başladı. Abbasi Devleti’nin mukadder akıbetine giden yolda ordunun bu durumu hiç de önemsiz olmayan bir rol oynadı. Bir anlamda, merkeziyetçi temâyül devletin sonunu getirecek dejenerasyon sürecini -istemeden ve dolaylı şekilde de olsa- hızlandırmış oldu.

***

Aynı durumun Osmanlı Devleti için de geçerli olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. Keza, benzer bir deneyimi Selçuklu tarihinde de gözlemliyoruz. Başlangıçta muhtelif Türkmen topluluklarına dayanarak güç kazanmış olan Selçuk Ailesi merkezi otorite fikrine epeyce mesafeli duran ve gerçekleştirdikleri isyanlarla hanedan için sürekli bir tehdit kaynağı olan bu “akraba” toplulukların gücünü dengelemek için köle askerlerden bir ordu teşkiline yönelmişti.

Ünlü başvezir Nizamülmülk’ün fikri olduğu söylenen bu köle ordusu maalesef kısa zamanda rayından çıkmıştı; çünkü sosyal ve tarihi sebepler yüzünden henüz güç temerküzünü gerçekleştirememiş olan Selçuklularda sadece padişahın değil, diğer devlet erkânının da köle askerleri vardı ve bunlar zamanla iç iktidar kavgalarının aletine dönüştüler. Daha kötüsü, devlet adına veya en azından devletlular adına yerel halkla veya toplumun içinden çıkan yerel unsurlarla çatışan bir güç olarak devlet-toplum ilişkisine pozitif olmayan bir etkide bulundular. Hem Selçuklularda hem de Osmanlılarda sistemin inkırazında bunun da ciddi payı vardı.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum