Ekonominin çözümü siyaset
Gerçi ülkemizin tozpembe halini hiçbir zaman göremedik ama hiç değilse 2000’li yıllar bir silkiniş ve toparlanma süreci olmuştu. Ne var ki Türkiye son yıllarda yeniden sıkıntılı bir sürece girdi. Ekonomide, dış politikada, iç güvenlikte yeni badireler birbiri ardınca sıralandılar önümüzde. İlk önce ümit ve beklentiyle karşıladığımız Arap Baharı ve bilhassa Suriye problemi bizim için dış politika bataklığına dönüştü. Vaktiyle dostluk ettiğimiz başkentler düşmanımız oldular. Geri kalanları da bizi yalnız bıraktılar. Şam cephesindeki yalnızlığımız giderek Batı blokundaki ittifak ilişkilerimizi ve bu arada hem ekonomik gelişme hem de demokratikleşme gayretlerimize çıpa olan AB ile ilişkilerimizi bozdu.
Bu hengamede çözüm sürecine ortak ettiğimiz ayrılıkçı Kürt hareketinin ihaneti gündeme geldi. Hem bizim AB ve ABD’den Rusya ve İran’a kadar hemen bütün bölgesel ve küresel güçlerle karşı karşıya gelmiş olmamıza hem de Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti inşa edebilme imkanının doğduğunu düşündükleri bir süreçte çözümden vazgeçip yeniden kan dökmeye ve hendek siyasetine yöneldiler. Netice itibarıyla terör örgütü kendi kazdığı hendekte boğuldu. Keza daha sonra sahneye çıkan Fetullahçı sapkınlar da cezalarını buldular. Ancak biz de bütün bu badirelerden elimizi kolumuzu sallayarak çıkmış sayılmayız. Hem PKK ile mücadele hem de FETÖ’nün çökertilmesi enerjimizi alan ve ister istemez kimi kurumlarımıza zarar veren süreçlerdi.
***
Son olarak ekonomik sahadaki kırılganlığımız gündemde. Son birkaç haftadır döviz kurunda yaşanan sürekli yükseliş Türk Lirası açısından bir tür devalüasyon anlamı taşıyor. Paramızın giderek değerini kaybetmesine karşı yetkililerimiz vatandaşın yastık altında tuttuğu dövizleri bozdurması gibi çözüm yolları öneriyorlar. Oysa böyle durumlarda probleme el koyması gereken bağımsız kurumlar var bütün dünyada. Merkez Bankası veya Sermaye Piyasası Kurumu gibi… Üstelik bizde bu kurumların sistem içinde rol üstlenmeleri ve bağımsız olarak görev yapabilmeleri AK Parti iktidarlarının ilk döneminde sağlanmıştı. (Bir ölçüde o dönemde yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla kabullenilen Dünya Bankası’nın denetimi altındaki vergi ve bütçe politikalarının da sayesinde…)
Ülkemizin dünyadaki en saygın akademik temsilcilerinden Daron Acemoğlu geçtiğimiz pazar günkü Hürriyet’te çıkan röportajında dile getiriyordu bu ayrıntıyı. Ayrıca İhale Kanunu’nun değişmesi ve şeffaflığın sağlanmasının da yine aynı dönemin eserleri olduğunu ve bunun meyvelerini ekonomideki büyüme ve verimlilik artışı olarak görmüş olduğumuzu belirtiyordu... “Şimdi durum tam tersi” diyerek…
Acemoğlu 2000’li yıllardaki AK Parti iktidarlarının başarıları arasında eğitim ve sağlık alanında yapılan reformları da zikrediyor. PISA testinde Türkiye’nin fakir bölgelerinden gelen öğrencilerin notlarının artışını da buna bağlıyor. Bu sefer “Şimdi durum tam tersi” demiyor ama bunu da dünkü KARAR’da çıkan makalesinde İskender Öksüz söylüyordu. Türkiye’nin geleceğini kendisine dert eden her okuryazar insanımızın okuyup üzerinde düşünmesi gereken yazısında Öksüz Hoca PISA testlerinde Türk öğrencilerinin 35 OECD ülkesi arasında sondan üçüncü sırada yer almalarından yola çıkarak her zaman olduğu gibi kalite, ehliyet ve liyakat ölçülerine dönülmesini adeta bir tür “kurtuluş reçetesi” olarak sunuyor. (Yazıyı özetlemeyeceğim; KARAR’ın internet sitesinde okuyabilirsiniz.)
***
Bu bağlamda, önceki gün TÜSİAD Başkanı Cansen Symes’ın yaptığı konuşma da dikkat çekiyordu. O da “ekonomik sorunların çözümü hukukta” diyordu. Kurumların bağımsızlığının sağlanmasını ve yargı başta olmak üzere tüm kamu kurumlarında liyakat bazında bir istihdam politikası uygulanmasını talep ediyordu. Oysa eskiden iş adamları ve onların çıkarlarını savunan örgütler ya faiz politikalarıyla ya vergi yasalarıyla ya da buna benzer ekonomik konularla ilgili taleplerde bulunurlardı iktidarlardan. Çoğunlukla da bu ülkenin sanayicisi ve tüccarı gibi değil de Avrupalı firmaların temsilcileri gibi bakarlardı memleketin meselelerine. TÜSİAD’ın bu noktaya gelmiş olması ve ülke sorunlarının çözümünün yapısal nitelikte ve sosyal temelli olması gerektiğini anlamış olması geç de olsa iyi.
İşin ilginç tarafı ise liberal bir bilim adamı, milliyetçi bir düşünür ile seküler burjuvazinin temsilcisinin aşağı yukarı ortak bir çözüm noktasında buluşmuş olmaları. Ne de olsa aklın yolu bir… Çözümün nerede olduğunu anlamak için alim olmaya da gerek yok aslında. Daha da güzeli ise iktidardaki AK Parti’nin uzun uzun çözüm formülleri aramasına ihtiyaç yok. Çünkü muhtaç olduğu kudret kendi fabrika ayarlarında…