CHP’ye soldan hayır gelir mi?
Bilhassa son günlerde dikkatimi çeken bir durum var: Dev-Yol örgütünün çıkardığı gazeteden tutun da müstakil bir partinin yayın organı olan mevkuteye kadar “sol medya”da bugünlerde boyuna “CHP ne yapmalı” meselesi konuşuluyor.
Daha doğrusu, konuşulan konuların dönüp dolaşıp geldiği yer CHP. Mesela geçen gün okuduğum bir röportajda “Türk sağı uzmanı” bir gazeteciyle sözüm ona “sol siyaset”in muhafazakâr kitlelere yaklaşımının nasıl olması gerektiği konuşuluyordu. Merak ettim, biraz okudum: Herhalde Türkiye’de kitlelerle ilişkisinden bahsedilebilecek bir sol siyaset mevcut olmadığından olsa gerek laf dönüp dolaşıp CHP’ye geliyordu o röportajda da.
Türkiye’de solcu aydınlar kendilerini ne kadar “sistem dışında” konumlama gayretinde olsalar da gözlerini -ve hatta ellerini- CHP’nin üstünden ayırmazlar. Belki de kendilerinin halka ulaşma imkanları bulunmadığı için marjinal siyasi projelerini kitleselleştirme ve ulusal ölçekte gündeme getirebilmek için “burjuva partisini” Truva atı olarak kullanmak istedikleri için. Kim bilir, bundan daha karmaşık bir tabiatı da olabilir bu ilişkinin.
Zaten biliyoruz ki CHP de öteden beri sola karşı boş değildir. Belirli bir konjonktürde İsmet Paşa tarafından “ortanın solu” unvanı kazandırılan bu partide aynı zamanda her daim bir “sol kanat”tan söz edilmesi de tatlı bir paradokstur!
***
Aslına bakarsanız, sosyalistler çok partili düzene geçiş döneminde CHP’nin değil, DP’nin safında yer almıştı. Sosyal ve iktisadi yaklaşımları itibarıyla daha ilerici olduğu için. (Kürt milliyetçileri ve Aleviler de çoğunlukla CHP’den kopan “liberal” bir grubun kurduğu o partide yer almışlardı başlangıçta.)
Peki, bu ilişki niye devam etmedi, sol neden bilahare CHP çatısı altına sığınma gereği duydu? Bunun sebebi ideolojik irtibatlar değildir. Çünkü aslında CHP’nin sol ideolojinin standart anlamıyla ilgisi neredeyse hiç yoktur.
CHP başlangıçta muhafazakâr toplum değerlerinin “yerine” seküler hayat tarzını “getirmek isteyen aydın zümrenin” partisiydi. Bugün ise muhafazakâr toplum değerlerinin egemenliğine “karşı” seküler hayat tarzını “muhafaza etmek isteyen endişeli kitlelerin” partisi.
Bu parti ile sosyalist solun ilişkisini de başka bir yerde aramamak gerekir. Çünkü Türkiye’deki solun karakteristiğini ve hatta varlık sebebini sosyalizm teorileriyle açıklamak zor.
***
Diğer yandan, şu da var ki yukarıda sözünü ettiğimiz endişeli laikler ülke nüfusu içinde çoğunluğu oluşturacak yekuna sahip değiller. Dolayısıyla bir siyasi partinin demokratik sistem içinde iktidar mücadelesi vermesine yetmiyor bunların varlığı. Daha doğrusu artık yetmiyor.
CHP önceleri esas itibarıyla hâkim sınıfın aparatı durumunda olduğu için çok partili demokratik düzene geçildikten sonra bile bu fazla önem taşımıyordu. Çoğunluğun oyunu alıp iktidara gelme imkanına sahip olmamak dert değildi. Yargıda, üniversitede, medyada, iş dünyasında vs. CHP ideolojisinin iktidarda olması yeterliydi. Ancak özellikle 1980’lerden itibaren hızlanan toplumsal gelişme eski statükonun devam etmesine izin vermeyen yeni bir düzen ortaya çıkardı. Kurumlardaki iktidar değişti. Bu yetmiyormuş gibi, son olarak 16 Nisan’da kabul edilen cumhurbaşkanlığı sistemiyle ana muhalefet olmanın, hatta mecliste yer almanın bile kıymeti harbiyesi kalmadı. Siyasi iktidarın bütünüyle cumhurbaşkanlığı makamında temerküzünü getiren yeni sistemde CHP yalnızca kendi geleneksel kitlesinin desteğiyle varlığını ve siyasi alternatif olma şansını sürdüremez durumda.
CHP yöneticileri doğal olarak şimdi partilerini bu yeni şartlara uyarlamanın yollarını arıyorlar. Türkiye’de sağ seçmenin oranı yüzde 70’ler civarında, yani sol denilen seçmen kitlesi taş çatlasa yüzde otuza ulaşabiliyor. Dolayısıyla ilk defa doğrudan halk oyuyla gerçekleştirilen son cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’li bir adayın Tayyip Erdoğan karşısında kazanma şansı olamazdı. Onlar da bunu görüp -MHP ile birlikte- Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneğini masaya sürdüler. İhsanoğlu’nun milliyetçi ve dindar kimliği CHP tabanında pek karşılık görmedi. Ancak sağ seçmen tabanı da CHP ile MHP’nin ortak adayının temsil ettiği değerleri zaten üzerinde taşıyan Erdoğan’a desteğini geri çekmeyi gerektiren bir durum görmediği için İhsanoğlu hamlesi fiyasko oldu.
***
Bu durumda, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapacak CHP? Parti muhitinde iki farklı yaklaşım gözleniyor. İlki bir önceki seçimde izlenen yöntemin daha iyi bir adayla tekrarlanması. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmayacağı açıklaması parti yönetiminin bakış açısını gösteriyor.
Bence CHP yönetiminin pragmatik amaçlarla benimsemek zorunda kaldığı bu yöntem kendilerine pek fayda sağlamasa bile ülkedeki toplumsal barış ve uzlaşma ihtiyacına cevap verdiği için değerli. Toplumun ortak yanlarını öne çıkarıp farklılıklarını geri plana iten bir siyaset anlayışı hangi sebeple gündeme gelmiş olursa olsun en başta bu ülkenin aydınları tarafından destelenmeli diye düşünüyorum ben.
Ama ne yazık ki solcu aydınlarımızın genelinde bunun tam aksi yönde bir bakış görülüyor. CHP yönetimi sağcılığa ve muhafazakâr değerlere taviz vermekle suçlanıyor. Partinin gerek “sol kanat”ında gerekse “doğal çevresinde” ciddi oranda kabul gören bir anlayış bu. Bu anlayışı benimseyen gruplar cumhurbaşkanlığı seçiminde de Erdoğan’ın karşısına solcu bir adayın çıkarılıp “sol ideolojinin veya sol değerlerin gücüyle” mücadele yürütülmesini savunuyorlar.
Böyle laflar bazı kulaklara hoş geliyor olabilir tabii ama Çanakkale Şehitliğinde bira içebilme "özgürlüğü" talebine indirgenmiş bir seküler hayat tarzı savunuculuğuna solculuk adını vermekle olmaz bu iş.