Bunu bize kim yaptı?
Komplo teorisi adı üstünde bir açıklama modelidir. Karşılaştığımız hadiseleri görünen sebeplerin değil, gizli saklı birtakım planların neticesi olarak görme yöntemiyle elde edilir.
Madem bilim terminolojisine ait kavramları kullanarak konuya girdik, yine bilimsel terimlerle devam edelim… Freud’un modern psikolojiye armağanı olan “savunma mekanizmaları”nı bilirsiniz. İnsanlar karşılaştıkları olumsuzlukları veya işledikleri hataları “temize çıkarmak için” ve böylece kendilerini rahatlatmak için bilinçli olarak değil, bilinçaltlarının sevkiyle zihinlerinde birtakım bahaneler üretirler.
Mesela birinin uzanamadığı ciğere “mundar” demesi bir savunma mekanizmasıdır. Mesela bir hırsızın “devlet bana iş verseydi hırsızlık yapmazdım” demesi veya daha da kötüsü “ben çalmasaydım benden daha kötü biri o parayı çalıp topluma karşı kullanacaktı” demesi…
Anladığınız üzere, komplo teorilerini de savunma mekanizmalarına dahil etmeyi öneriyorum… Zira her şey yolunda giderken, insanlar bizi alkışlarken, emeğimizin karşılığını alırken… bu başarılarımızın arkasında gizli bir yapının olduğu varsayımı aklımıza gelmez. Ama olumsuzluklarla karşılaştığımız zaman bu işin arkasında acaba hangi düşmanımız var diye düşünmeye başlarız hemen.
***
Yalnızca kişisel konularda değil, toplumsal ve politik konularda da aynı tepkiyi veriyoruz… Söz gelimi Osmanlıların birkaç asır içinde küçücük bir beylikten kocaman bir imparatorluğa dönüşmesi ecdadımızın başarısıdır elbette. Ama bu koskoca devletin belirli bir devirden itibaren zayıflamaya başlaması, giderek hem topraklarını hem de bütün gücünü kaybedip dağılması ve nihayet yıkılması kökü dışarıda olan “iç düşmanlarımızın”, devşirmelerin, Yahudilerin, masonların vs. dahil olduğu büyük bir komplonun neticesidir.
Gelgelelim Bernard Lewis’e sorarsanız, yaşanan olumsuzluklar karşısında bu tür bir savunma mekanizması geliştirme çabası Osmanlı elitinin çoğunlukla yabancısı olduğu bir düşünme tarzıydı. Yani bizdeki mevcut hastalık sonradan çıktı.
Bir toplumda işler ters gitmeye başladığında insanların zihninde çeşitli sorular belirebilir, diyor ünlü oryantalist. “Avrupa’da dün, Ortadoğu’da ise bugün böylesi bir durumda en yaygın şekilde akla gelen soru ‘Bunu bize kim yaptı?’ sorusudur” Lewis’e göre.
Ama Osmanlılar diyor günümüzün en tanınmış oryantalisti, tarihlerindeki en büyük badireyle karşılaştıkları zaman farklı bir soru sordular: “Biz nerede hata yaptık?”
Lewis devamla şunu ilave ediyor: “Türkiye’de bu iki farklı soru üzerine Karlofça Antlaşmasının hemen ardından başlayan tartışma Küçük Kaynarca’dan sonra hız kazandı. Bir bakıma bugün de devam ediyor.” (Bernard Lewis, “What Went Wrong”, Oxford University Press, 2002, sh. 22-23)
***
Daha önce başka bir vesileyle yazmıştım burada, Osmanlı aydınları arasında Haldunizmin yaygınlığı boşuna değildir. Tıpkı doğa yasaları gibi, tarihin ve toplumun da yasaları vardır. İbn Haldun’un gayet anlaşılır biçimde açıkladığı üzere devletler de insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Bir çevrim içinde bu süreç devam eder, gider.
Osmanlı devleti aslında epey uzun bir zaman önce canlılığını devam ettirme kabiliyetini yitirmeye başlamıştı ve adım adım mukadder sona doğru ilerlemekteydi.
Ancak, söylemeye gerek yok, bu bakış açısı olumsuz anlamda bir kadercilik demek değil. Osmanlı elitleri olup biteni seyretmekle yetiniyor değillerdi. Onlar da bir çare arıyorlardı bu duruma. Bulunan çareler Tanzimat’tı, Meşrutiyet’ti, Vaka-i Hayriye idi, askeri okulların modernizasyonuydu ve nihayet İkinci Meşrutiyet’ti. Bunlar hiç işe yaramadı diyemeyiz ama imparatorluğu eski heybetli günlerine döndürmeye değil, olsa olsa ömrünü biraz daha uzatmaya yaradı.
Ne var ki bu kadar erken bir dönemde “biz nerede hata yaptık” sorusu sorulmayıp “bize bunu kim yaptı” sorusuna cevap aramakla vakit geçirilseydi bahsettiğimiz atılımların hiçbiri hayata geçirilemezdi. Dolayısıyla bugün Türkiye’nin birçok alanda Ortadoğu toplumlarından veya benzer sosyokültürel şartlara sahip ülkelerden farkı olmazdı.