Amerika’nın Türkiye’den vazgeçme lüksü
ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerin özellikle son birkaç yıldır ciddi sıkıntılar yaşadığını bütün dünya biliyor. Bu durumun görünen sebeplerinin başında Suriye iç savaşı sürecinde yaşanan anlaşmazlıklar yer alıyor. Stratejik müttefikimizin Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurmak yolunda çaba sarf eden unsurlarla ilişkisi bizim adımıza kabulü imkânsız bir tutumun ifadesiydi.
Buna karşı gösterdiğimiz haklı tepkinin olumsuz bir reaksiyonla veya hiç değilse anlayışsızlıkla karşılaşması ise ABD yönetiminde etkili olan bazı kadroların “eski ittifaklar” konusunda kendilerince yeni birtakım yaklaşımlara yönelmiş olmalarıyla yakından ilgili.
Cumhuriyetçiler geleneksel olarak askeri ittifakların önemini ve değerini daha fazla gözeten bir dış politika anlayışına yakındırlar. Ne var ki ilk olarak Bush JR döneminde devletin yönetim aygıtlarında önemli postları işgal eden neoconlarla birlikte Cumhuriyetçilerin “müttefik dostu” siyaseti büyük yara almıştı. Neoconlar için İsrail dışında hiçbir müttefikin değeri yoktu, mevcut ittifak çatısı altında kalmak isteyenler Amerikan gücüne boyun eğmek ve hiçbir şeye itiraz etmeden Washington’un dediklerini yapmak zorundaydılar. Avrupa ülkeleri de dahil. Irak işgaline karşı çıkan Almanya ve Fransa’nın o dönemde nasıl bir muameleyle karşılaştıklarını hatırlıyorsunuzdur. Ancak bu siyasetin sürdürülebilir olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Bush JR yönetiminin sonlarına doğru bu görüşün savunucuları devlet postlarından ayıklandı ve Obama ile birlikte “hegemonya değil işbirliği” doktrini benimsendi.
Şimdi “America first” sloganıyla iktidara gelen Trump döneminde hegemon siyaset taraftarı şahin kadrolar yeniden kritik noktalara yerleştiler. Washington’un bugünlerde Türkiye konusunda ittifak hukukunu yok sayan bir tutum içinde davranabiliyor olmasında bu kadroların ve elbette Trump’ın dış politika anlayışının payı var.
Ama bir de hem Cumhuriyetçileri hem Demokratları, hem güvercinleri hem de şahinleri etkileyebilen yeni bir jeostrateji yaklaşım var Türkiye konusunda. Bu ilginç yaklaşıma göre Türkiye Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “kanat ülkesi” olarak taşıdığı jeostratejik önemi bugün kaybetmiş bulunuyor. Dolayısıyla ortaklığın mahiyeti hakkında eskisi kadar söz hakkı olan bir müttefik değil, kendi milli çıkarlarını ilgilendiren konularda pazarlık sınırları da fazla geniş değil artık.
Bu kadar ciddi bir konuda böylesi yüzeysel bir değerlendirme ancak “Rusya ile iş birliği yaparak Çin tehdidini ortadan kaldırmayı” düşünebilen Trump’a makul gelebilir sanmayın. Sayıları çok fazla olmasa da hem bürokraside, hem medyada hem de akademide bu tezi savunanlar var.
Bu noktada bir gerçeğin farkında olunması gerekiyor: Ülkeler arasındaki ilişkiler, özellikle de müttefik ülkeler arasındaki ilişkiler birkaç farklı seviyede işler. Toplumlar arası ilişkiler ayrı, hükümetler arasındaki ilişkiler ayrı, devletler arasındaki ilişkiler ayrı kanallarda gerçekleşir.
Toplumlar arası ticari veya kültürel ilişkilerin elbette siyasi alanla da etkileşimi vardır ama siyasi alandaki kararların belirlenmesi günlük çıkar çatışmaları veya günlük ortaklıklardan ziyade kalıcı etkenlere bağlı olarak gerçekleşir.
Kalıcı etkenlerin en başında ise kolay kolay değişmeyen coğrafya yer alır. Türkiye’nin bir yanda Avrupa’nın güneydoğu topraklarındaki varlığı, diğer yanda Ortadoğu bölgesinin batı dünyasına açılan kapılarından birini teşkil etmesi, diğer yandan hem Balkanlar hem de Transkafkasya üzerinde etki potansiyeline sahip konumda yer alması jeopolitik özellikleridir. Adı geçen bölgelerle tarih boyunca var olan siyasi ve kültürel irtibatlarımız ve nüfusumuzun kimlik kodları ise üzerinde bulunduğumuz jeokültürel zemini oluşturur ki aslında bu da jeopolitiğimizin bir unsurudur.
Diğer bir husus da klasik jeopolitik teorilerde biri kara gücü, diğeri deniz gücü olarak nitelenen iki büyük küresel hegemon arasındaki rekabet çerçevesinde oluşan tercih seçeneklerinin sınırlayıcılığı. Yakın geçmişte Rusya ve İngiltere arasında, sonra Sovyetlerle ABD arasında yaşanan bu rekabette Türkiye’nin yerini coğrafi şartlar belirlemişti. Bugün de coğrafyamız aşağı yukarı aynı olduğu için aynı şartlar geçerli.
Amerikan yönetiminin bu somut gerçekleri yok sayan bir yaklaşımla hareket etme rahatlığı yok. Çünkü sadece Türkiye değil, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer önemli müttefiklerinin siyasi desteğinden vaz geçme lüksüne sahip değil. Bizim de Rusya’yla, Çin’le falan hayali hedeflerin peşine düşmeyeceğimizi, Avrasya birliği vs. oluşturmaya yönelmeyeceğimizi, bu şartlar altında muhtemelen Avrupa ile ilişkileri geliştirme seçeneğini tercih edeceğimizi bilmeleri Türkiye’nin kozu.