Alaeddin Bey öldü mü öldürüldü mü
CUMARTESİ YAZILARI
İlk Osmanlı kroniklerinin Şehzade Alaeddin’in ölümüyle ilgili suskunluğunu, bu arada Neşrî’nin -tıpkı Dündar rivayetinde olduğu gibi- daha önceki kaynaklarda görülmeyen bir ayrıntıya yer verip “kafa karıştırdığını” anlatmıştık bir önceki “cumartesi yazısı”nda…
Ne var ki Neşrî Tarihi’ni adeta şerh ederek yeniden yazmış olan İbn Kemal’i saymazsak sonraki tarihçilerin hiçbirinin kafası karışmış gibi görünmüyor.
Neşrî’den öncekiler de Neşrî’den sonrakiler de ketumiyetleriyle kuşku uyandırıyorlar.
Bunların bir kısmında Alaeddin’in adı bile geçmiyor, adını zikredenlerde ise eceliyle ölmüş gösteriliyor.
Bizanslı tarihçi Halkokondilis attan düşerek vefat ettiği bilgisini aktarıyor. Ama bu rivayeti paylaşan başka bir kaynak yok.
İkinci Murad devrine ilişkin en zengin kaynak olan Gazavat’da bile şehzadenin adı geçmiyor. Âşıkpaşazâde de Alaeddin’i tanımıyor adeta.
Diğer kronikler ve Anonimler ise genç şehzadenin Karaman Seferine katıldığını, sonra ölüm haberinin geldiğini anlatıyorlar.
İdris-i Bitlisî şehzadenin Karaman Seferinden sonra Amasya’ya dönmesine izin verildiğini söylüyor, gerisini anlatmıyor. (“Heşt Bihişt 2. Cilt”, sh, 368)
Hoca Saadettin de Neşrî’ye referansla şehzadenin ölümünden padişahın duyduğu üzüntüyü çok süslü edebi ifadelerle anlatıyor ama aynı kaynaktaki Şehzade Alaeddin’in ölümüyle ilgili diğer rivayete yer vermiyor. (“Tacü’t Tevarih-II”, 1979, sh. 207-208)
Diğer yandan, kroniklerin birçoğunda Sultan Murad’ın tahtı 12 yaşındaki şehzadesine terk edip Manisa’ya çekilmesi olayı büyük oğlunun ölümünden duyduğu üzüntüye bağlanır. Ne Alaeddin’den ne de ölümünden hiç söz etmeyen Ruhi ise yapılan çetin savaşlardan ve komşu ülkelerle imzalanan anlaşmalardan sonra etrafta hiçbir düşman güç kalmadığı için Sultan Murad’ın kendini içki ve eğlenceye vererek padişahlığı oğluna devrettiğini söyler. (Y. Yücel-H. E. Cengiz, “Rûhi Tarihi-Oxford Nüshası”, TTK Belgeler, c. XIV s. 18, sh. 441.)
Günümüzün “revizyonist” Osmanlı tarihçileri bile aynı standart anlatımları sürdürürler. Mesela Colin Imber padişahın Şehzade Alaeddin’in ölümünden duyduğu üzüntüyle tahtı küçük oğluna bıraktığını yazar, şehzadenin neden öldüğüyle ilgilenmez. (Imber, “The Ottoman Empire, 1300–1650 The Structure of Power”, 2002, sh. 25-26)
***
Demek istediğim, kaynaklar kuşkularımızı gidermiyor, aksine besliyor.
Buna karşı, Kantemiroğlu’nun yaptığı gibi, Fatih’in bütün kardeşlerinin “çeşitli hastalıklardan öldüğü” açıklaması da tatminkâr olmasa gerek. (“Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi-I”, 1979, sh. 105.)
Zira 18 yaşında bir şehzade herhangi bir hastalık sebebiyle ölmüşse bu hastalıktan hiç bahsedilmemesi, hatta hiçbir kaynakta “hastalığı yüzünden öldüğünün” bile söylenmemesi normal değil.
Neşrî ve İbn Kemal’den sonra Hayrullah Efendi Tarihi’ne kadar Osmanlı kroniklerinde hiçbir ipucu bulamadığımız bu konudaki en açık rivayete -veya iddiaya- Amasya Tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin’de rastlıyoruz.
***
Şehzadenin -kardeşi Mehmet’in taraftarı olan- muhalif bir “devşirme” grubunun komplosu neticesinde öldürüldüğünü ileri süren Hüsameddin’in verdiği ayrıntı da ilginçtir: Daha önce Manisa’da vali olan Alaeddin “bazı hareketleriyle babasını vehme düşürdüğü için” kardeşiyle yeri değiştirilmiş ve -payitahta daha uzak olan- Amasya’ya gönderilmişti.
Gerçi Amasya Müverrihi’nin bu iddiası, yani Alaeddin’in önce Manisa’da sonra Amasya’da sancak beyliği yaptığı rivayeti, biraz sonra göreceğimiz üzere, neredeyse değer bütün iddiaları gibi belgelenebilir durumda değil. Ama uydurulmuş olması için de bir sebep olmadığı düşünülecek olursa üzerinde durmak yararlı olabilir.
Çünkü Osmanlı şehzade sancakları arasında Manisa öncelikle başkente yakınlığı bakımından, Amasya ise Anadolu’nun Türkmen demografisine hakimiyeti -yani gerektiğinde buradan asker toplama imkânı- bakımından önemlidir. Ancak Manisa valisi olan Şehzade özellikle tahtın boşalması durumunda Amasya’daki rakibinden daha çabuk payitahta ulaşma imkanına sahipti. Osmanlı veraset sisteminde modern dönemlere kadar veliaht kurumu yer almadığı ve kadim Orta Asya Türk devlet töresine göre padişahın oğullarının hepsi tahtın doğal varisi sayıldıkları için babalarının ölümü durumunda payitahta hangisi daha çabuk gelirse tahta o oturuyordu. Dolayısıyla babası tarafından Manisa sancağında görevlendirilen şehzadenin bir anlamda veliaht gibi görülmesi de mümkün. Manisa’ya ulu şehzade sancağı denmesi de bundan belki.
Zira o günün şartlarında Manisa’dan Edirne’ye -veya bilahare İstanbul’a- birkaç gün içinde ulaşmak mümkünken Amasya’dan buralara gelmek bazen birkaç haftayı bulabiliyordu. Bu durumda Manisa’dan Amasya’ya gönderilmek de bir anlamda veliahtlıktan azledilmek gibi anlaşılabilir.
Amasya Tarihi’ne göre, bu olayın akabinde Karamanlılara karşı düzenlenen sefere katıldıktan sonra babasıyla birlikte Bursa’ya giden Alaeddin, buradan kendi sancağına dönünce peşinden Amasya’ya gönderilen Kara Hızır Paşa tarafından iki oğluyla birlikte boğdurulur.
***
Hüseyin Hüsameddin’in anlatısını, Halil İnalcık’ın “temkinli eleştirel” yaklaşımını da göz önünde tutarak değerlendirmeye çalışalım haftaya…