AK Parti’nin geleneğine ne oldu?
Birkaç gün önce kaybettiğimiz Ekrem Ceyhun halk arasında fazla tanınmayan ve özellikle genç nesillerce hatırlanmayan ama siyaset kamuoyunda iyi bilinen bir isimdi. Bürokrasideki hizmetlerinin ardından birkaç dönem milletvekilliği ve bakanlık yapmıştı gerçi ama Ceyhun’un siyaset dünyası açısından önemsenen asıl özelliği, Süleyman Demirel’in kalabalıklar önünde tek başına temsil ettiği siyaset dilinin ve siyaset aklının arkasında yer alan birkaç kişiden biri olarak görülmesiydi. Ekrem Ceyhun’un bir özelliği daha vardı. Bugün için fazla anlamı olmayan ama Türk siyasetinin belirli bir döneminde önem taşıyan bu özelliği, Ceyhun’un dindar kimliğiydi.
Adalet Partisi içindeki dindar kimlikli ve milliyetçi eğilimli siyasetçiler 1970’li yılların başında yaşanan dağılma ve ayrışma sırasında dışarıda kalmışlar ve bunların çoğu bilahare MSP içinde, bir bölümü de MHP’de kendilerine yer bulmuşlardı. İstanbul Teknik Üniversitesindeki öğrenciliği günlerinden başlayarak hem Necmettin Erbakan’la hem de Özal biraderlerle yakın arkadaş olan Ekrem Ceyhun ise ne 1970’lerde milli görüş hareketine katıldı ne de 1980’lerde ANAP’a gitti. Siyaset kamuoyunda bu yönde bir beklenti vardı ama Erbakan da Özal da bunu beklemediler Ceyhun’dan, çünkü Demirel’e yakınlığını ve bağlılığını iyi biliyorlardı.
Demirel’in en yakınındaki kadro -birkaç istisnasıyla- 12 Eylül’den sonra kendisiyle birlikte Zincirbozan’a gönderilen kişilerdi: İhsan Sabri Çağlayangil, Ali Naili Erdem, Sadettin Bilgiç, Yiğit Köker, Nahit Menteşe ve Ekrem Ceyhun. Bu isimlere -o günlerde yeni parti kurma hazırlıkları içinde aktif olarak yer alan- Hüsamettin Cindoruk ve Mehmet Gölhan da katılıyor. Gölhan 1950’li yıllardan beri Ekrem Ceyhun’un yanında. Önce bürokraside, 1980’den sonra siyasette.
Gerek AP’li Ali Naili Erdem ile Nahit Menteşe’nin ve gerekse CHP’li Yüksel Çakmur’un Zincirbozan hatıralarında -aynı zamanda her ikisi de Çerkes kökenli olan- bu iki isim hep yan yana zikredilir. Mesela Ramazan geldiğinde bütün AP’liler içki içmeyi bırakırlar; oruç tutmaya, namaz kılmaya ve Kur’an okumaya başlarlar. Ceyhun ve Gölhan yalnızca Ramazan ayında değil, diğer zamanlarda da içki içmezler ve vakit namazlarına devam ederler. Şuna da ilave etmek gerekir ki bürokraside halef selef olan bu iki mühendis siyasetçinin gündeminde o mahpusluk şartları içinde bile hep altyapı yatırımları ve kalkınma planları vardır. (Muammer Yaşar, “Zincirbozan Günleri”, Tekin Yayınları, 1986; Yüksel Çakmur, “Sürgün Günleri”, Dem Yayınları, 1989)
***
Merhum Ekrem Ceyhun’un siyasi kimliğinin ve kişisel dünyasının bazı detaylarını bilhassa vurgulamaya çalıştım, çünkü bu duayen siyasetçinin cenaze töreninde olağandışı bir görüntü dikkatimi çekti. Ankara’daki Kocatepe Camii’nde kılınan cenaze namazına Adalet Partisi-Doğru Yol Partisi çizgisinde siyaset yapmış belli başlı isimlerin oluşturduğu kalabalık bir grubun yanı sıra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da katılmış. Ancak benim gördüğüm kadarıyla iktidar partisinden Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş dışında “yüksek” bir katılım yoktu Ekrem Ceyhun’un cenazesine. (Halihazırda aktif siyaset içinde yer almayan eski meclis başkanı Bülent Arınç’ı saymıyorum…) Hatta AK Parti içindeki AP-DYP çizgisinden gelen siyasetçiler bile yoktu o kalabalığın içinde.
Muhtemelen referandum çalışmaları dolayısıyla yoğun programları iktidar partisi mensuplarının eski bir siyasetçinin cenaze törenine katılmalarına izin vermemiştir. Ama ana muhalefet liderinin yoğun kampanya çalışmalarına rağmen katılmaya vakit bulabildiği bu törene hükümeti veya iktidar partisini temsilen daha yoğun ve daha yüksek bir katılım olabilirdi herhalde. Bu bir. İkincisi, Ekrem Ceyhun sıradan bir eski siyasetçi değildi, merkez sağ siyasetin bugün AK Parti’de temsil edilen gelenek çizgisinin önemli ve hatta sembolik figürlerinden biriydi. Geniş halk kitleleri arasında pek popüler olmasa da…
***
AK Partili siyasetçilerin Ekrem Ceyhun’un cenaze töreni konusunda sergiledikleri ihmalkârlığın iktidar partisi açısından önemli ve alarme edici bir hadise olduğunu düşünmek lazım. Çünkü kendisi için “muhafazakâr demokrat” nitelemesini kullanan ve bugünkü referandum çerçevesinde de referans olarak Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş isimlerine müracaat eden bir partinin Türkiye’deki sağ siyasi gelenekle organik ilişkisini sürdürme zorunluğunun farkında olması gerekir.